Merhaba değerli dostlar.

Bu haftaki sohbetimizde iki önemli hususa dikkat çekmek amacıyla “Müslüman Derdine Çare Arıyor” başlıklı konumuza bir haftalık ara veriyoruz.

Malum, güney sınırımızın öte yanında adı konulmamış bir savaşın içerisindeyiz. Kah  tansiyon yükseliyor, kah düşüyor, lakin bu işin sonu nasıl olacak, iş  neye bağlanacak bu konuda herhangi bir öngörüsü olan da pek yok gibi.

Bundan yüz yıl önce mevcut sınırları çizerek Irak ve Suriye diye iki uyduruk devlet kuranlar belli ki tam olarak amaçlarına ulaşamamış, önce Irak, şimdi, de Suriye üzerinde ince hesaplarla bizi köşeye sıkıştırmak istiyorlar.

Haçlı zihniyetinin bugüne yansıması olan bu durumun kolay kolay da sona ermeyeceğini en azından çoğumuzun bildiğini sanıyorum.

Beni bu süreçte rahatsız eden konu ise şu: Kendisini milliyetçi-Muhafazakar ve Müslüman olarak tanımlayan, namazında niyazında kişilerin şehit haberleri ile çok kolayca manipüle olup, tıpkı şahadete inanmayanlar gibi ”Bizim ne işimiz var Suriye de, oraya asker göndermeseydik askerlerimiz ölmezdi” diye konuşmaları.

Al-i İmran suresi 156. Ayette Mevla müminlere şöyle sesleniyor:” Ey iman edenler! Yolculuğa çıkan veya savaşa giden kardeşleri hakkında “ Yanımızda olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi” diyen inkarcılar gibi olmayın! Allah bunu onların kalplerinde bir acı hasret bıraksın diye böyle söylerler. Halbuki dirilten de, öldüren de Allah’tır. Allah yaptıklarınızı görür”

Allah’ ve ahret gününe iman eden bir Müslüman kalbine veya diline böyle bir şey geldiğinde bu ayeti aklına getirsin de, kaybedenlerden olmasın inşallah.

                                                      ***

Gelelim ikinci mevzuumuza.

Son iki haftadır “Müslüman Derdine Çare Arıyor” konula yazılarda şehir hayatının Müslümanların yaşam tarzlarını kökten değiştirdiğine vurgu yaparak şartların Müslümanları dinlerini yaşama konusunda zorladığından bahsederek eskiyi eskide bırakmadan yeni yollar, çareler bulmak anlamında düşüncelerimi paylaşmıştım. Bu düşüncelerim iki yıl önce 8 Mart dünya kadınlar günü münasebetiyle cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dini hükümlerin güncelleşmesine dair görüşlerine geçte olsa katıldığım şeklinde yorumlandığını gördüm.

Konuyu bir hadis ile anlatmaya çalışalım.

Medine etrafında İslam düşmanı bazı unsurların Müslüman toplulukları rahatsız ettikleri haberi üzerine Resulullah (s.a) keşif yapmak üzere bir müfreze çıkarır. Birkaç kişiden oluşan bu müfreze bir süre sonra kafir bir grupla karşılaşır ve çatışır. Çatışma esnasında ashab’tan birisi başından yaralanır. Gece olur, yaralı ashab uykusunda ihtilam(cünüp) olur. Durumu arkadaşlarıyla paylaşır ve ne yapması gerektiğini sorar. Yıkanması gerektiği söylenir. Başımda yara taze, bu halde yıkanırsam yaram azar demesine rağmen yıkanması gerektiği görüşünde ısrar edilince gusleder. Birkaç gün sonra da yarasının azması nedeniyle ölür.

Medine’ye dönen müfreze durumu Resulullah’a aktarınca onlara sitem dolu sözler söyler. Arkadaşınızı göz göre göre öldürdünüz demek . Madem bilmiyordunuz, keşke sorsaydınız der.

Normal şartlarda su varsa ya da suya ulaşma imkanı varsa  teyemmümün şartları ortadan kalkar ve gusletmek farzdır. Ancak Resulullah’ın tepkisinden anlaşılacağı üzere Müslüman için kolay ve yararlı olanın tercih edilmesi, özellikle dinin olmazsa olmaz emirlerinin yerine getirilmesi hususunda şartların getirdiği zorluklara karşı yeni çareler üretilmesinin mümkün olduğunu anlıyoruz.

Biz 1400 sene önce gelenler eskidi , gelin dini toptan bugüne göre güncelleyelim demiyoruz. Hem bazı konularda yeni çözümler gerekiyorsa bunun dini otoritelerce yapılmasının doğru olacağını, siyasetin bu işlerle fazla meşgul olmamasının daha doğru olacağını düşünüyoruz.

Bu hafta da bu kadar, kalın sağlıcakla.