Ekonomik gelişmeler hepimizi ilgilendiriyor. Dolayası kendimde günlük ekonomi yazılarını okur, bu konuda yazılmış eserler üzerinden toplumu bilgilendirmeye çalışırım. Bu haftanın bana göre en önemli ekonomi yazısını hemşerimiz İsmail Kıllıoğlu yazdı. Kendisi bu güzel şehrin yetiştirdiği örnek ve güzel insanlardan birisidir, tıpkı 7 güzel adam gibi, irfan dünyamıza katkıları olmuştur, olmaya da devam etmektedir. Uzun yıllardır yazılarını takip etmişimdir. Dünde Millî Gazetedeki “Bağımsızlık ve Borçlanma” başlıkla yazısını okuyunca, verilen mesajı sizlerle paylaşmak istedim. 
Kıllıoğlu önce tarihi doğru okumak konusunda bir değerlendirme yapmış, şöyle diyor: “Tarihe düşkün olmak ve sevmek önemlidir, ama tarihi okurken olgulardan ve olaylardan ders çıkarabilmek daha çok önemlidir. Tarihi sevmek duyguyla bağlantılıdır. Bu duygunun sağlıklı ve verimli hale getirilmesi için aklın, muhakemenin, özeleştirinin devreye sokulup doğru yöntemler temelinde işletilmesi gerekir. Zaten, tarihin bağımsız bir bilim dalı niteliği kazanmaya başlamasıyla birlikte artık geçmişte meydana gelen olaylar salt bir sevgi ve nefret konusu olmaktan çıkmıştır. Şimdinin ve geleceğin belirlenmesi, yönlendirilmesi ve yönetilmesinde tarih bir uyarıcı, yerine göre de yol gösterici bir anlam kazanmıştır. Uyarıcı ve düşündürücü olması için, siyasi tarihin yakın dönem gelişimlerine yaklaşımından bir örnek olayı aktarmak yerinde olabilir diyor. Ardından ha Osmanlı Dönemindeki Düyun-u Umumiye borçlarının tarihçesi hakkında belge niteliğinde bilgiler aktarıyor. 

OSMANLININ BORÇ ÇUKURUNA DÜŞMESİ 
“XIX. yüzyılın başına kadar Osmanlı Devleti’nin dış borç almaya başvurmadığı tespiti yapılmaktadır. Eğer devletin bütçesi açık veriyorsa, en çok Galata’daki Rum ve Ermeni bankerlere başvurulmuştur. Olağanüstü yükler getiren Kırım Savaşı (1854-56) nedeniyle dış borçlanmaya gidilir. 1854 yılında Londra ve Paris borsalarında tahvil çıkartmak suretiyle, bu iki ülkenin sermaye çevrelerinden iki buçuk milyon Osmanlı altını tutarında borç alınır. Arkası hızlanarak gelir. 1854-1875 yılları arasında 250 milyon Osmanlı altını tutarında bir borç yükü altına girilir. Bu sırada Fransa’dan alınan borç ile bugünkü Dolmabahçe Sarayı da yapılmıştır. Fakat alınan borcun neredeyse yarıya yakını emisyon ve komisyon karşılığı olduğu için ele geçen para 130 milyon kadardır. Alınan borçlar ise ya savaş giderlerini karşılamak ya bütçe açığını kapatmak ya da bir önceki borcu veya faizini ödemede kullanılır. Çok geçmeden borcun anaparası değil, ancak faizleri bile ödenemez bir hale gelir. Sonunda, 1876 yılında, borç ödemeyi durdurmak zorunda kalır, yani iflasını beyan eder. Nitekim 1875 yılı bütçesi 17-18 milyon altın iken, ödenecek borç 14 milyon altın seviyesindedir. 1881 Kasım ayında “Muharrem Kararnamesi” adını alacak bir belge yayınlanır…Bunları toplamak ve alacaklılar arasında paylaştırmak üzere bir düzenleme de yapılır ki adına “Düyun-u Umumiye İdaresi”, yani Genel Borçlar Yönetimi denilecektir… Düyun-u Umumiye borçlarının tamamı ancak 1954 yılında ödenip bitirilecektir.”

HER ÜLKENİN BORCU VAR AMA
Tarihi uyarıcı, ders çıkartıcı bir bilim dalı niteliğiyle kavramadığımız sürece, aynı tuzaklara, aynı çukurlara ve kör kuyulara düşmekten kurtulamayız.
Bunları tarih bilgilerinizi yenilemek için elbette yazmadım, peki niçin yazdım? Şöyle açıklayayım, İnsanlar gibi devletlerde bütçe dengelerine, harcamalarına dikkat etmeli. Ödeyeceği kadar borç almalı, sonra olağanüstü haller için bir tarafta sigorta niteliği taşıyacak, eskilerin “Ölümlük, dirimlik!” dediği bir köşede paranız olması gerekiyor…
Geçen bir belgesel izledim, iki vahşi hayvan karşılaşıyor, ‘kurnaz hareket eden’ hayvan diğerini yoruyor, dayanma gücünü kırdıktan sonra saldırıyor ve parçalıyor! 
Bugünün küresel para baronları, dünkü bankerlerden daha vahşi ve acımasız, bunun için herkes ama herkes harcamalarına dikkat etmeli. Borçlanmadan bir yaşam sürmeye gayret etmeli, üretmeli, israftan kaçınmalı, tabi yapabiliyorsa! Tarih tekerrür etmeden her kurum ve kuruluş mutlak israftan kaçınmalı, bu uyarım çok önemli. Özellikle belediyeler…Şunu söylemek istiyorum, Allah devlete zeval vermesin, ancak devleti idare edenlerde, idare etmede gerekli titizliği göstermeli! 
Kalın sağlıcakla.