Arabistan'ın güneybatısında, bugün Yemen, Hadramut, Asir denen bölgede yaşamış bir kavim olan Sebalıların bu günkü insanların alacağı büyük dersler vardır. 
“Seba'nın başkenti Ma'rib idi. Sebalılar yükseliş dönemlerinde mukarrip denen yüksek rahipler tarafından yönetilirlerdi. Sonradan Seba hükümdarları kral unvanını benimsediler, bu unvan İ.Ö. 115 yılına kadar kullanıldı. İ.S. 300 yıllarında Hadramut fethedildi ve krallar "Seba ve Raydan, Hadramut ve Yemen kralı" sıfatını aldılar. Yüzyılın ortalarında ülke Habeşlerin eline geçti. 570'e doğru da Perslerin fethettiği ülke, Pers egemenliğini, daha sonraları da İslâmiyet'i kabul etti. Ülkenin ticareti baharat ve tütsü dışsatımına dayanıyordu. Halk inşaat işinde ve taşçılıkta son derece ustaydı. Arap tarihinde çok ünlü olan Ma'rib Barajı bu dönemde yapılmış olup bugün de durumunu korumaktadır. Sebalılar çözülmesi ve anlaşılması çok güç olan kendi dil ve alfabeleriyle de bir dizi belge bırakmışlardır. Gerek Sebalıların gerek ülkenin adı Tevrat'ta özellikle Süleyman Peygamber ve Seba melikesi efsanelerinde pek çok kez geçer. (Kay. Dersimiz. Com)
Bu bilgileri köşeme taşımaya neden gerek duyduğumu, yazımız tamamlandığında inşallah daha iyi anlatmış olacağız. Önce Mesnevi’den bu konuyla ilgili bir bölüm aktarıp, sonra da her zaman olduğu gibi değerlendirmemizi yapmak istiyorum. 

SEBALILAR HİKAYESİ
Mesnevi’de bu konuda şunlar anlatılır: “Sebalılar, heveslerine uymuş ham kişilerdi. İşleri güçleri, büyüklerin nimetlerine karşı nankörlükte bulunmaktı. Bu nankörlük, adeta sana insan eden adama karşı kötülükte bulunmana, onunla savaşmana benzer. 
Mesela o iyilik edene: “Ben bu iyiliği istemiyorum, bundan inciniyorum, neden beni incitiyorsun? Lütfet de bu iyiliği yapma! Ben, göz istemiyorum, beni kör et!” dersin, işte bunun gibi. 
Sebalılar da; “Şehirlerimiz birbirine çok yakın, onları uzaklaştır. Kötülük, çirkinlik bize daha iyi, bizim ziynetimizi güzelliğimizi al!
Biz, bu köşkleri, bağları, bahçeleri istemiyoruz. Ne güzel kadınlarla işimiz var ne emniyet ve huzurla. 
Şehirler, birbirine pek yakın. Halbuki orada ne boş bir çöl ne güzel bir ova var. Orada yırtıcı hayvanlar, canavarlar var!” dediler. 
İnsan yazın kışı ister, fakat kış geldi mi, bundan da vazgeçer, istemez. 
Bir hale katiyen razı olmaz. Ne darlıktan hoşlanır ne genişlikten, boşluktan. 
Geberesi insan, efendisine ne de kafirdir ya… Hidayete nail oldu mu, tutar inkara sapar. 
Nefis, bu çeşit mahluklardandır da onun için gebertilmeye layıktır. Onun için Ulu Allah: “Öldürün nefisleriniz!” demiştir. (Mesnevi 3. Cilt s. 25) 

NEML SURESİNDE SEBA HALKI 
Neml Suresi (17-44 ayetler) Hz. Süleyman ile Seba Melikesi arasındaki hadiseyi uzun uzun anlatır. “Rivayete göre Hz. Süleyman Allah’ın kendisine lütfettiği mûcize ve nimetleri melikeye göstermek amacıyla büyük bir saray yaptırmış, camdan yapılmış olan tabanını havuz görünümüne sokmuş ve melikenin tahtını buraya yerleştirmiştir 
Belkıs’ın Süleyman(as) ziyareti konusunda Kitâb-ı Mukaddes de Kur’an’la uzlaşır bilgiler vermektedir. Ancak oradaki bilgilere göre Belkıs, Allah’ın adını yaymasından dolayı şöhreti her tarafta duyulan Hz. Süleyman’ı bizzat görmek, gerçek bir peygamber olup olmadığını anlamak üzere büyük bir kafile ve değerli hediyelerle Kudüs’e gelmiştir. Ziyareti esnasında Hz. Süleyman’a sorduğu, karşılığı yalnız kendince bilinen her sorunun cevabını almış, sonunda onun bilgisinin derinliğine, kudretinin büyüklüğüne inanmış; Allah’ın birliğine iman ettikten sonra ülkesine dönmüştür (bk. I. Krallar, 10/1-10, 13; II. Tarihler, 9/1-9, 12). Yukarıda Neccâr’dan naklettiğimiz rivayette de ziyaretin Kudüs’te gerçekleştiği ifade edilmiştir. (Kaynak: Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 195)
Şimdi değerlendirmeme geçiyorum, Sebalılar, verilen nimetlerin kıymetini bilmeyen bir topluluktur. Hz. Süleyman ise onları hak ve hakikat yolunda İslam’a çağırmış, bunun için mucizeler ve güç gösterisi yapmıştır. Bu güçten Sebalılar etkilenmiş, Allah’ın yardımı ile de Müslüman olmuşlardır.  Demek ki Hak davetçileri yani Müslümanlar her yönden güçlü olmak zorundadır. Bu çağın gücü ise bilgidir. Eğer ilmi elinde tutarsanız, kuvveti de elinizde tutarsınız. Bu bağlamda eğitim sistemimizi yeniden gözden geçirmek durumundayız. Bilmem anlatabildim mi?