Şimdilerde Türk Sanat Müziği dinleyen de pek kalmadı ama bizim gibi eskilerin çok dinlediği bir şarkının sözleri aklıma geliverdi bir anda; “Kapıldım Gidiyorum Bahtımın Rüzgarına!”

Evet kapılım gitmek vardır insan fıtratında, hele bir de kapı sonuna kadar açıldı mı, kimse tutamaz onu ve nitekim birçok insan gibi bizlerde kimi zaman nefsimizin rüzgarına kapılım gidiyoruz…

Nefis diyoruz ya, içimizdeki Firavun desek de olur. Kimisi öküze benzetiyor nefsi, kimisi köpeğe her neye benzetirsek benzetelim, nefsimiz bal gibi şeytan ile el ele verip, gönlümüzü diz çöktürüp, aklımızı da teslim alarak bize kötüye, yanlışa, günaha doğru çekiyor.

Geçen hafta Ahmet Doğan İlbey kardeşim Mevla’nanın ifade ettiği gibii Peşinde olduğumuz lezzet ne ise biz de o’yuz!” diye bir değerlendirme yazısı yazmış. Der ki: “Hz. Mevlânâ’nın (Dîvân-ı Kebîr) üslûbuyla söyleyelim: Peşinde olduğumuz lezzet ne ise biz de o’yuz! Tatmadan edemediğimiz lezzet hangisi ise, meşrebimiz ve insan derecemiz de o’dur. İnsan lezzet aramaktan vazgeçmez. Amenna! Ehl-i dilin hasbıhalinden feyz almak da, tasavvuf menşeli bir türkü, bir şarkı dinlemek de lezzettir, anlayana. Pervâne gibi ateşte yanmak da, ilim yapmak da, ulvî hüzün de lezzettir, bilene. Günah işlemek de, çok paraya sahip olmak da, mide ve şehvet düşkünlüğü de şeytanî ve hayvanî lezzettir. Allah’ı ve bediî olanı arayan şiir de şairlik de bir lezzettir. Dostlukta ulvî muhabbet hâsıl oluyorsa, sohbette mânevî cezbe oluşuyorsa bunlar da rûhî lezzettir.

DÜNYEVİ Mİ LEZZET Mİ, İRFAN LEZZETİ Mİ?

İslâm irfanının lezzetleriyle dünyevî lezzetler birbirine benzemez. İlki ulvî aşk lezzeti, ikincisi kalbi öldüren zehirli lezzet…

İmâm-ı Gazâlî Hazretlerine göre kalbimizle aldığımız lezzetler kalıcıdır. Çünkü kalbin lezzeti mârifetullahtır, yâni Allah’ı tanımak lezzeti…

Allahü Teâlâ’yı tanımak gibi hiçbir lezzet yoktur. Kalbî lezzetlerden biri de ilimdir. İlim ve mârifet, his ve şehvet lezzetlerinden kuvvetlidir. (Kimyâ-yı Saâdet-Mutluluğun Hazinesi, s.771-776)

Bediüzzaman Hazretlerinin “Sözler” kitabının “Onüçüncü Sözün İkinci Makamı”ından (s.129-131) kıraat ettiğimiz lezzet mevzuu, kendinden emin Müslümanın dahi üstesinden gelemeyeceği kadar nefsi esir alan bir mesele. Bu sebepten dolayı meşru lezzetlerin peşinde olmamızı istiyor. Ona göre lezzet iki türdür: Nefsanî ve rûhanî. Sadece beş duyuda değil, akıl, kalp ve ruh gibi lezzetler var. Zehirli dikenler hükmünde olan gayr-i meşru lezzetler akıl ve kalp gibi latifeleri söndürür. İnsanın nebatî, hayvanî, insanî ve imânî olmak üzere dört yönü vardır. Yemesi, içmesi itibariyle insan nebâtîdir. Şehvetî, gazabı itibariyle hayvanî bir tarafı var. Akıl ve vicdan gibi duyguları ile insandır. Allah’a ve âhirete îmanı yönüyle de mümindir. Nebatî ve hayvanî duygular kördür. Hakiki lezzet yalnız îmandadır. Zevâl-i lezzet elem olduğu gibi, zevâl-i elem dahi lezzettir. Dünyanın lezzetleri helâl dahi olsa fânî, mârifet ve irfan lezzetleri ruhun ve kalbin gıdası olduğu için ebedîdir.

NEFSANİ LEZZETLER HAYATI KUŞATIYOR

Nefsanî lezzetler hayatı kuşatmış vaziyette. Kalp lezzetlerinden mahrum olanlar modern lezzetlerin peşinde…!”

Peki biz neden hala batının batıl lezzetleri peşinde koşuyoruz?

El Cevap: “Çünkü kapılıp gidiyoruz nefsimizin rüzgarına”

Çözüm mü? Nefsimizin aşırı isteklerini, helal olmayanlarını ayırt etmek zorundayız.

Peygamberimiz(sav) bunu bildiği için nefisle savaş halinde olduğumuzu ve bu savaşın büyük cihat olduğunu vurgulamıştır.

Ey nefsim ölüm var ölüm diyerek, bir gün hesaba çekileceğimiz bilinci ile hareket edip, nefsimle Yarabbi beni bir saniyede olsa baş başa bırakma duası yaparak inşallah o rüzgara karşı bir kalkan oluşturabiliriz.

Mevlana buyurmuşlar ki; “NEFİS, AHDİNDE DURMAZ, O YÜZDEN GEBERTİLECEK BİR ŞEYDİR KENDİSİ DE ALÇAKTIR, KIBLESİ DE ALÇAKTIR.

ZEKİDİR İNCE İŞLERİ İYİ BİLİR AMA DEĞİL Mİ Kİ KIBLESİ DÜNYADIR ONU ÖLÜ BİL SEN

Kalın Sağlıcakla.