Haset, başkalarının sahip olduğu maddî ya da manevî imkânların ellerinden çıkmasını, yok olmasını istemeye denir. Hased’in günümüzdeki karşılığı, kıskançlık olarak kullanılmaktadır.

Kıskançlığın, çoğunlukla aralarında ticarî, ekonomik, ilmî veya toplumsal ilişkiler bulunan insanların arasında ortaya çıktığı görülmektedir. Gayri ahlakî özelliklerden biri olan haset, dinimizce de haram kılınmıştır. Ancak başkasının sahip olduğu değerin veya nimetin onun elinden çıkmasını istemeksizin bunlara sahip olmayı istemek, bir başka ifadeyle gıpta etmektir.
Hz. Peygamber (sav) hadislerinde şöyle buyurmaktadır: Mü’min “haset etmez, kıskanmaz, gıbta eder, imrenir”. “Bir kulun kalbinde imanla haset bir arada bulunmaz.”[1] Efendimiz bu sözüyle, hasedin kalp ve duygular ile ilgili bir hastalık olduğunu vurgulamakta, kişinin hayatında uğrayacağı hüsranın boyutunu ifade etmektedir. Bir başka sözlerinde ise şöyle buyurur: “Ateşin odunu yakıp bitirmesi gibi, bütün iyilikleri de haset yok eder.” [2]      Gerçekten haset duygusu haset eden kişiyi gıybete, kötülüğe ve haksızlığa sevk eder ve sonuçta yaptığı bütün iyiliklerini mahveder. Hz. Adem’i kıskanmasının sonucunda İblis ’in, yani Şeytanın düştüğü durum ile Hz. Adem’in iki oğlundan Kabil’in Habil’i kıskanmasının sonucunda onu öldürmesiyle düştüğü durum son derece ibret vericidir. Tarihte bunlara benzer ibret verici kıssalara çokça rastlanmaktadır.
    İnsanın manevî dünyasını kirleten bir hastalık olması açısından hasetin  ayrıca  diğer zararları yanında, kişiyi sürekli üzüntü içinde yaşamak zorunda bırakan ve mutluluğunu  zedeleyen  önemli sebeplerindendir. Bir şeyleri elde edememek ve başkasının elindekini alamamak duygularının körüklediği üzüntü, kişinin Allah’ın verdiği nimetlerden zevk alamamasına da neden olabilmektedir.
   Hasedin zararı sadece haset edenle sınırlı kalmayıp toplum içinde de etkisini göstermektedir. Özellikle vatandaşlarımızın birbirlerini kıskanmaları, çekememeleri, birbirlerinin imkânlarına göz dikmeleri, kardeşlik duygularını zedelediği gibi, yaşadığımız toplum içinde saygınlığımızı da bitirmektedir. Hz Peygamber, haset ve buğzu önceki milletlerin yıkılmasına sebep olan bir hastalık olarak ifade etmektedir.
   Kişinin bu kötü isteklerinden ve hırslarından kurtulması için öncelikle her şeye ve herkesin iyiliğini istemek, onların başarısını kıskanmamak ve kendini başkasının yerine koyabilmek gerekir. Başkalarının elde ettiği başarılarını kıskanman, haset etmeden, onlara imrenmek, gıbta etmek gerekir. Keşte bende başarabilsem, keşke bende iyi not alabilsem demek gerekir.
    Kuran-ı Kerim’de Felak suresinde, Yüce Allah’ın bizlere öğrettiği şu manaya kulak vermek gerekir.: “De ki: Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin şerinden, sabahın Rabbine sığınırım.” [3]
. Kıskançlık
Öğretmen sınıftaki zeki ama aynı zamanda kıskanç öğrenciye sordu:
..."Niçin arkadaşlarını çekemiyor, onların yaptıklarını bozup kavga ediyorsun?"
… Öğrenci:
"Çünkü, onların beni geçmelerini istemiyorum. En iyi ben olmalıyım!" dedi.
...Öğretmen masasından kalkıp, eline bir parça tebeşir aldı ve tahtaya bir çizgi çekti. Öğrencinin yüzüne bakıp bu çizgiyi nasıl kısaltırsın diye sordu.
...Hemen atılan öğrenci, "Çizginin bir parçasını silerim!" dedi.
...Öğretmen bu cevabı kabul etmedi.
...Öğrenci biraz daha düşündü ve eliyle çizginin bir bölümünü kapattı. "İşte kısaldı!" dedi. Bu cevap da yanlıştı.
...Doğru cevabı alamayacağını bilen öğretmen, tahtaya ilkinden daha uzun çizgi çekti ve "Şimdi birincisi nasıl görünüyor?" diye sordu.
..."Daha kısa" dedi öğrenci ve başını eğdi.
..."Bilgini ve yeteneklerini arttırarak
kendi çizgini uzatman rakibinin çizgisini bölmeye çalışmandan daha iyidir"
dedi öğretmen, kendinizle yarışın, başkalarıyla değil..

[1] Nesai
[2] İbn.Mace
[3] Felak Sûresi,Âyet,1-5