Dolunay’ın Doğuşu

Efendim, “okuma-yazma işleri” kendimizce bu minval üzere giderken, 1985 yılının güz aylarında, Maraş’ta bizim gibi okuyup-yazma hevesinde olan ve Bahaeddin Karakoç’un etrafında bulunan sekiz-on arkadaş, önemli ölçüde başarılı örnekler veren Kayserili yazarların o yıllar çıkardıkları dergiler gibi, bu şehirde bizim de bir dergi çıkarmaya niçin tevessül etmediğimiz konusunu gündeme getirip tartışmaya başladık. Sık sık bunu konuşuyor, tartışmaları Bahaeddin ağabey ekseninde yürütüyorduk. Yakınımızda hazır, meşhur şairimiz Bahaeddin Karakoç varken, o yıllar Sağlık Teşkilatından yeni emekli olmakla bütün zamanını böyle bir işe ayıracak durumda iken, her İstanbul’a-Ankara’ya gidip gelişinde falanca meşhur şair-yazardan nice haberlerle iştihamızı da körüklüyorken, bir organizasyonla biz de burada bir dergi çıkarma işini niye düşünmüyorduk? İmam-Hatip’te çalışan (ilâhiyatçı) Fazıl Tiyekli ile (Türkçeci) Abdulhakîm Eren, Teknik Lisede çalışan (felsefeci) bendeniz, sık sık Bahaeddin ağabeyle bir araya gelip konuştuğumuzu hatırlıyorum. O günler öğretmen (Türkçeci) şair Arif Eren’in de ayni konuda, Bahaeddin ağabeyle birlikte hareket ettiğini öğrendik.  Ayrıca Bahaeddin ağabey, başkaca genç öğretmenlerin, yazmaya hevesli gençlerin de kendine yardıma hazır bulunduklarını, yazı, şiir, desen vereceklerini söylüyordu. Bir müddet sonra bunlardan önemli birisinin (edebiyatçı) Ali Yurtgezen, diğerinin (öğretmen-ressam) A. İhsan Aslantürk ve bir üçüncüsünün (bir kurumda memur) Ahmet Doğan (sonra “İlbey” adını da taktı) olduklarını öğrenecektik.

Dergi çıkarmaya karar verince, finansman konusunu elbette en başta düşündük, ama çoğu memur 5-10 kişinin aylık nakit taahhüdünden ileri somut bir varlığının olmadığını görüyorduk. Tabii bir de ne kadar yapabilirsek yıllık abone plânımız vardı.

Dergi için mekân ararken, o sıralar Türkçe öğretmenliğinin yanında ilâve bazı işler yapmak için bir yazıhane kullanan öğretmen arkadaşımız Faruk Paksoy’un da dergi tasarımızla yakından ilgilendiğini gördük; o kadar ki, Trabzon caddesi Akdeniz apartmanındaki kendi yazıhanesinin asma katını kira bedeli istemeden bize tahsis edecek kadar… Hatta Faruk bey, Maraş’taki iş çevresi arkadaşlarından reklam da vaad edince, şevkimiz ve ümidimiz bir kat arttı. Parasız-pulsuz bir yazıhaneye kavuşmuştuk. İş, organize olmaya ve dergiyi çıkarmaya kalmıştı. Dergi adı için üst üste yaptığımız toplantılarda birkaç isim üzerinde anlaşmıştık. (Şimdi adları aklımda değil; fakat bir teklif de ben yapmıştım: Yeni Tavır. Bahaeddin ağabey, “felsefî” bir ad olduğu cihetle mesafeli durmuştu galiba.)

Derginin Vilâyete bildirilmesi aşamasında, meğer bizden habersiz adını da kendi koymuştu: Dolunay. Hepimiz de beğenmiştik. Şiiriyetli ve güzel bir addı; adıyla müsemma, edebiyat ve sanat ağırlıklı bir dergi olacağı da belliydi. Ve 1986 Ocak ayına çıkmak üzere bütün hazırlıklar yapılmıştı. Sanırım 300 küsur civarında bir abone planımız da ortaya çıkmıştı (sonra, yanılmıyorsam azamî 400 gibi bir rakam var hatırımda). Eğitim camiası yanında okumuş-esnaf diyebileceğimiz eczacı, mühendis, doktor v.b. arkadaşlar da bize bir miktar abone olmuş ve bulmuşlardı.

Aralık ayının ortaları gibi yazılar toplandı, çoğu yukarda andığımız arkadaşlardan müteşekkil bir Yayın Kurulu oluşturduk: Bahaeddin Karakoç, Arif Eren, Fazıl Tiyekli, Ali Yurtgezen, Abdülhakîm Eren, Faruk Paksoy ve Mustafa Kök. Belki hatırıma gelmeyen bir-iki arkadaş daha vardı. Sahibi ve yazı İşleri müdürü elbette B. Karakoç olacaktı. Bir gün oturup ilk sayıya girmesi muhtemel yazı ve şiirleri Kurul olarak okuyup değerlendirdik. Yayın sırasını tabii Bahaeddin ağabey belirleyecekti. Son haftaydı galiba Bahaeddin Bey’i derginin basımı için Ankara’ya gönderdik. Dizgisinden tashihine kadar baskı yükü de onun üzerine kalmıştı. O sıralar İstanbul’da mimar olarak çalışmaya başlayan oğlu Enver’den, sanırım Ankara’daki diğer bazı gençlerden de destek gördüğünü öğrenmiştik, ama kimlerdi, şimdi hatırlayamıyorum. Yalnız, yakın arkadaşlarımız oldukları için Ali Akbaş ile Bayram Bilge Tokel’den haberler getiriyordu. Nihayet planladığımız gibi 1986 Ocak ayının başına dergi yetişti. Bir şafak vakti getirmişti Dolunay’ı. O zaman arabası olan çok insan yok, malûm. Bizlerden sadece Abdülhakim Bey’in bir arabası vardı; sanırım o karşılamıştı kendisini Garajda. Ama birkaç kişi daha okula gitmeden sabahın ilk saatlerinde Dergi yazıhanesine koştuğumuzu hatırlıyorum. Hepimizde bir heyecan… Aç insanların fırından çıkan sıcak ekmeğe saldırışı gibi paketleri açtık. Ne kadar da güzel görünüyordu gözümüze, kuşe kâğıt dış kapak üzerinde koyu lâcivert dolunay başlık figürü ile süzülmekte olan turna deseni (dördüncü sayıdan itibaren çift turnaya dönüşecek). Başlık altında, kökleri açıkta, sarmaşık halde birbirine dolanmış, Enver Karakoç çekimi nefis bir ağaç resmi; altında yazarlar kümesi. (Dolunay, aylık fikir ve sanat dergisi, sayı:1, 1 Ocak 1986, kapaklar dâhil, 36 sayfa.)-Devam edecek-