Merhaba değerli dostlarım.

Şuurlu bir Müslüman olmakla alakalı sohbetimize devam edelim bu hafta da.

 Şöyle dediğinizi duyar gibi oluyorum. Bu zamanda şuurlu bir Müslüman olmak kolay mı? Dünya ve içindekiler bu kadar albenili, cafcaflı, çoluk çocuk hanım hep yeni ve güzel şeyler istiyorsa, onların bu isteklerine karşı nasıl kayıtsız kalınabilir ki.

Dün AVM’ler derken bugün ülkemizin hatta dünyanın tüm alışveriş ortamları internet aracılığı ile evimize hatta cebimize girdi. Nefsimize hoş gelecek bizi tamamen dünya işleri ile meşgul edecek o kadar çok şey var ki, haklısınız ne diyebilirim ki.

Bu konuda ne kadar haklı olduğunuzu bir kıssa ile anlatmaya çalışalım.

Bir zamanlar iki kardeş varmış, biri şehirde bir de dağ başında kendi başı yaşarmış. İkisi de alim ve mübarek insanlarmış. Dağda yaşayan kardeş bir gün kardeşini ziyaret için şehre gelmiş. Gelirken de elim boş gitmeyeyim diye bir sepet dolu süt getirmiş. Yanlış okumadınız sepetle süt taşıyormuş bu ermiş kişi. Aramış bulmuş çarşıdaki kardeşini. Hal hatır sorarken yanlarından bir kadın geçmiş ve o anda misafirin gözü kadının aşık kemiğine kaymış. O ana kadar sepette duran süt bir anda damlamaya başlamış. Bu durumu gören şehirdeki kardeş durumu anlamış ve kardeşine;

-Ya kardeşim gördün mü, gözün bir an bir kadının aşık kemiğine yöneldi sepetinden süt sızmaya başladı. Dağda Müslüman olmakta, alim olmakta kolay,  maharet bu ortamda bunu başarabilmek demiş.

Ülkemizdeki Müslümanların da çoğunluğunun derdi bu. Çok değil bundan elli-atmış yıl önce çoğumuz köy ve kasabalarda yaşıyorduk. İnsanların çoğu birbirine benzer bir yaşam içindeydiler. Kendi tarlasında eker biçer, kendi bağındaki bahçesindeki mahsulü derler, toplar , kışlık erzakını hazırlardı. Hemen hemen herkesin durumu üç aşağı beş yukarı aynı olduğundan kimsenin kimsede gözü kalmazdı. Birazcık tarlası fazla olan, birazcık hayvanı çok olan ise o köyün ileri geleni yani ağası olur, köye bir misafir geldiğinde o ağanın evinde ağırlanırdı. Fatura derdi yok, kira derdi yok. Çocukların okula gitme derdi yok. En fazla o da varsa ilkokulu okur o kadar. Kızlar onbeş ya da en fazla onaltısında gelin gider, oğlanlar askere gitmeden evlenir askere öyle giderdi. Oğlan evlendirmek için iki kat yatak, bir kap kacak, kız  da bir sandık la çeyiz ile geldi mi tamamdır.

Dünya kuruldu kurulalı hayat böyle devam ederken 50 li 60 lı yıllardan itibaren köyden kente göç başladı. Hala göç var mı derseniz bitti, çünkü göçecek kimse kalmadı. Hal böyle olunca şehirler plansız  ve düzensiz bir şekilde büyüdü. Bu keşmekeş içinde insanlar şehirde tutunmak ve varolabilmek için oradan oraya savruldu. Ve bu yeni hayat biçimi her şeyden çok insanların dini yaşayışlarını etkiledi. Derinden sarstı.

Aslında bu durum tam da laik devletin istediği bir şeydi. Ülke kalkınmalı, insanlar çalışmalı ve üretmeli, din işleri ise sonraki meselelerdi.

Evet değerli dostlar bu zamanda Müslüman’ca bir şuurla hareket etmek İslami ilkeleri hem kendi hayatımıza hem de ailemize benimseterek hayat tarzımız haline getirmek çok zor.

Tüm bu gerçekleri görmezden gelemeyiz ancak bunlardan daha gerçek olan  ise iman ettik dediğimiz Allah(cc) bize bu dünyanın geçici olduğunu baki olanın ahiret hayatı olduğunu bildiriyor. Çoğumuzun hele benim yaşlarda ise anne- babası, amcası dayısı, teyzesi halası çoktan fani alemden baki olan aleme göçmüştür. Bütün yukarıda saydığım ve sayamadığım mazeretlerimizi elbette Rahman ve Rahim olan Allahımız görüyor ve biliyor. Elbette ki bu zor şartlarda Müslüman bir şuura sahip olmak ve bunu hayatımıza yansıtmak çokta kolay değil. Ancak bugünü de şöyle noktalayalım. Madem ki dağ başında bir başımıza yaşama imkanımız yok, biz de şeytanın ve ortaklarının her yandan saldırdığı bu şehir ortamında yapabileceğimizin en iyisini yapmak için Allah’tan yardım dileyerek tüm gayretimizle çabalamalıyız. Ne yapıp edip bir yolunu bulmalıyız.

Gelecek haftadan itibaren hangi davranışlarımızın İslami  şuurla bağdaşıp bağdaşmadığını madde madde belirtmeye çalışalım inşallah.

Soru: Köy ve şehir Müslümanlığı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kalın sağlıcakla.