Ekosistemde dengenin temel unsuru doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımıdır.

Ancak, insanoğlunun yerleşik hayata geçmesi ile birlikte ekosistem üzerine baskılar artmaya başlamış ve doğal dengede bozulmalar da beraberinde gelmişti. Bunun ilk örneklerini insanların yavaş yavaş küçük gruplar halinde toplu yaşamaya başladığı mezopotamya’da görülebilir. Milattan önce (MÖ) 11-9 binli yıllarda topluluk halinde yaşamaya başlayan insanoğlunun, bitkileri ve hayvanları evcilleştirdiğine şahit oluyoruz. MÖ 8-7 binli yıllarda yerleşik hayata geçen insanoğlu yavaş yavaş bitkisel ve hayvansal üretime başlıyor ve doğal dengeye müdahale burada baş gösteriyor. Bölgede, yazın yağmur yağışı ile bitkilerin daha iyi geliştiğinin farkına varan insanlar, yetiştirdikleri bitkileri sulamak için Dicle ve Fırat nehirlerinde çevirme kanallar oluşturarak bitkileri sulamaya başlıyorlar (Montgomery, 2010). İlk yıllarda, fazla sulamanın arz ettiği yüksek verim, insanları daha fazla sulamaya sevk ederken, fazla sulamanın kendini hayata bağlayan doğal kaynağının (toprak) çoraklaşması ile elinden çıktığının farkına bile varamadı. Yerleşim yerlerinde doğaya müdahale ile erozyonun da baş göstermesi insan derisi gibi doğanın derisi olan toprağın soyulmasına ve yok olmasına neden oluyordu. Sonuçta doğal kaynak üretemez hale gelmişti, o zaman ya göç edecekti ya da çevresinde doğal kaynağı bozulmamış topluluklardan toprak isteyecekti. Çünkü insanoğlu karnını doyuracaktı, karnını doyurmak için göç edemiyorsa zihninde savaş mubahtı. Ortadoğu’da medeniyetlerin gelişmesine ve yok olmasına bakıldığında, Mezopotamya bölgesinin medeniyetler mezarlığı olmasının belki de en önemli nedeni, iklim değişikliği, bilinçşiz üretim ve üretim için doğal dengenin bozulmasıdır.
Doğal dengenin bozulması sadece mezopotamyada mı oluyordu? hayır. Benzer şekilde doğal kaynakların kotrolsüz kullanımı ile Mezopotamya’daki kader Nil nehrinin hayat verdiği firavunların ülkesinde de baş gösteriyordu. Çoraklaşan toprakların rengi pamuk gibi beyaza dönüyordu. Beyaza boyanan topraklar psikolojik olarak insan zihnindeki berraklığı ifade derken, Mısırda ise insanları açlığa ve ölüme mahkûm ediyordu. Belki de gümümüzde mısırı dünyanın en fazla buğday ithal eden durumunu beyaz görünümlü topraklarında aramak lazım. Doğaya müdahalenin farklı bir boyutunu Çin de yaşıyordu. Çinin Büyük Nehrinin adı, nehrin geçtiği havzada eğimli arazilerin kontrolsüz kullanımı ve erozyon ile sarı renge dönüyor ve nehrin adı da Sarı Nehir oluyordu (Lowdermilk, 1926). Çin 1852 yılında Sarı Nehir havzasına yerleşen insanların, nehir taşkını ile milyonlarcasını kaybederken, adeta bunu acısını 21 yy da atmosfere en fazla CO2 emisyonu vererek çıkarıyordu.
Tarihsel süreçten 1750’li yıllardan sonra başlayan sanayileşme ile doğal kaynakların bozunumu yönünde baskı artmış, 1950’li yıllardan sonra başlayan hızlı nüfus artışı ile zirveye ulaşmıştır. İklim değişimi ve sera etkisine neden olan başlıca gazlardan karbondioksitin değeri 1880 yılında yaklaşık 291 ppm iken bu değer 2021 yılında 418 ppm'ye ulaştı (Anonim, 2022). Sadece CO2 mi hayır, atmosfere giden tüm diğer gazlarda CO2 gibi küresel ısınmaya ve iklim değişimine neden olmaktadır. İnsanların yerleşik hayata geçtiği tarihlerden Sanayi Devrimi’ne kadarki süreçte de insanların doğaya müdahalesi olmuş, ancak bunların hiçbiri küresel ısınma dediğimiz olayı yaratacak düzeye ulaşmamıştır. Son yarım yüzyılda yaşanan küresel ısınma ve iklime dayalı felaketler, insanoğlunu yeni önlemler almaya sevk etmektedir. Bunlarda ilki 1979 Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) öncülüğünde “Birinci Dünya İklim Konferansı”dır. Daha sonra 1985 ve 1987 yıllarında yapılan konferanslarda iklim değişiklikleri karşısında siyasi seçenekler tartışılmış. Bu konuda 1988 yılında Toronto’da yapılan konferansta “Değişen Atmosfer” konulu konferansta uluslararası bir hedef olarak küresel CO2 emisyonlarının 2005 yılına kadar %20 azaltılması için bir çevre iklim sözleşmesinin hazırlanması önerilmiştir (Akın, 2006). Cenevre’de 1990 yılında yapılan İkinci Dünya İklim Konferansında aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 137 ülke tarafından sera
gazlarının kontrolüne ilişkin anlaşma imzalanmıştır (Ersoy, 2006; www.meteoroloji.org.tr/). 1992 yılında ise Rio de Janeiro'daki Dünya Çevre Zirvesi'nde Dünya İklim Sözleşmesi imzalanmış, Japonya’nın Kyoto kentinde 1997 yılında yapılan konferansta Kyoto Protokolü imzalanmıştır. Bu protokole göre toplantıya katılan ülkeler sera gazlarının üretimlerini 2008-2012 yıllarına kadar, 1990 yılı düzeyinin en az %5.2’si oranında azaltacaklarını vaat etmişlerdir. Birleşmiş Milletlerin küresel iklim değişikliği kuruluşu (IPCC) 2001 yılında, 20. yüzyılda küresel ortalama yüzey sıcaklığının 0.4-0.8°C arasında (yaklaşık 0.6°C) arttığı ve 1990-2100 dönemlerinde ise 1.4-5.8°C arasında yükseleceğini belirterek küresel ısınmanın tehlikesini vurgulamıştır (Türkeş, 2002; Akın, 2006). 2015 yılında Paris’te Paris İklim Anlaşması imzalanmış, iklime dayalı yükümlülükler ve kararlan alınmıştır. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı, 01-02 Aralık 2023 tarihlerinde Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) ev sahipliğinde Dubai’de gerçekleştirilmiştir. Gerek BM, gerekse farklı ulusların ve uluslararası örgütlerin iklim konusundaki çabalarının amacı, insanoğlu ile bozulan doğal dengenin yeniden sağlanabilmesi ve küresel ısınma ve iklim değişikliğine bağlı felaketlerin önüne geçilmesidir. 2020 sonrası için iklim değişikliği rejiminin çerçevesini oluşturan 2015 tarihli Paris Anlaşması 2020 sonrası için ilk kez küresel ölçekte bütün ülkeler sera gazı emisyon azaltımı taahhüdünde bulunmuşlardır. Türkiye, Paris Anlaşması’nı, 2016 tarihinde New York’ta düzenlenen Yüksek Düzeyli İmza Töreni’nde 175 ülke temsilcisiyle birlikte imzalamıştır. Paris Anlaşması 7 Ekim 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Kararı ile onaylanmış olup, iç hukuk onay süreci tamamlanmıştır. Ayrıca, Türkiye 2022 tarihinde Bakanlar Kurulu toplantısında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı, daha önce ilan ettiğimiz 2030 yılına kadar %21’e varan artıştan azaltım hedefimizi (NDC) güncelleyerek, %41’e yükselttiğimizi, böylelikle, 2030 yılı için yaklaşık 500 milyon ton emisyon azaltımı yapacağımızı ve en geç 2038 yılında emisyonlarımızın tepe noktasına ulaşacağını açıklamıştır (Anonim, 2024).

2. EKOLOJİ TEMELLİ YAŞAM VE SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA
Yukarıda vurgulandığı gibi, tüm dünyada doğa ile özdeş olmayan sanayileşme ile iklim değişimine ve global ısınmada en büyük pay gelişmiş ülkelerindir. Her ne olursa olsun etkilerinin tüm dünyada görülmesi, ülkelerin doğa ile özdeş kalkınmanın modelinin önceliklendirilmesi anlayışının hâkim olmasına neden olmuştur. Bu anlayış, doğa ile özdeş “Ekolojik Medeniyet ya da Ekoloji Temelli Yaşam ve sürdürülebilir Kalkınma” anlayışıdır.
Ekoloji; canlıların birbiri ve çevresi ile olan ilişkisini konu edinmektedir. Medeniyet ise; insan ve insan topluluklarının sosyal, siyasal, ekonomik, bilim, sanat, politika alanlarında gelişmişlik düzeyine ulaşması şeklinde tanımlanabilir. Ekolojik Medeniyet; sadece insanı temel alan bir ekonomik kalkınma modeli yerine insanı ve doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımını esas alan bir kalkınma modelidir (Şekil 1) (Anonim 2017; İlhan ve Göktuğ, 2020). Doğal kaynakların Sürdürülebilir Kullanımı ise; mevcut kaynakların aşırı kullanımının azaltılması, yenilenebilir kaynaklara geçişin teşvik edilmesi ve kaynak verimliliğinin artırılmasıdır.

Ekolojik Tarım: Üretim aşamasında doğaya ve çevreye zarar vermeden tarımsal üretimde bulunulmasına ekolojik tarım denilmektedir. Ekolojik Sanayi (Yeşil sanayi): Sanayi faaliyetlerinin çevreye olan etkilerini en aza indirmeyi amaçlayan, doğa ile dost sürdürülebilir üretimi destekleyen, doğa dostu bir sanayi olarak ifade edilmektedir. Bu yaklaşım ile atık yönetimi, enerji verimliliği, çevre dostu üretim teknolojileri ve yenilenebilir enerji kullanımı gibi faktörlere odaklanma sağlanmaktadır (UNEP, 2016; İlhan ve Göktuğ, 2020).
Ekolojik Ticaret: Bilişim teknolojilerinin gelişimi ile internet, mobil ödeme, e-ticaret, çevrimiçi alışveriş vb. kullanarak daha verimli bir sisteme geçiş sağlanacağı düşünülmektedir. İnsanların yaşamsal ihtiyaçlarının çevre ve enerji dostu konsepte üretilmesi ve bu ürünleri yüksek oranda talep eden bir tüketici profili oluşturulmaya çalışılmaktadır (Wei ve ark., 2011; Anonim, 2017; İlhan ve Göktuğ, 2020).
Ekolojik Şehir: Doğal kaynaklardan güneş veya rüzgâr enerjisini kullanarak enerji ihtiyacını karşılamak, düşük karbonlu ulaşım modelleri ile enerji tasarrufu sağlamak, şehirsel atıkları yerinde ayrıştırarak geri dönüşümünü sağlamak ve çevresel kirliliği azaltmak, organik atıkları kompostlaştırmak ve tekrar doğaya kazandırmaktır. Aynı zamanda, kentte yayaların erişimini kolaylaştıran tasarımları adapte etmek ve kent içi bisiklet yolları ve bisiklet kiralama merkezleri yapmak, yenilenebilir enerji sistemlerini içeren yapılar ile enerji tasarrufu sağlamaktır (Anonim, 2015; İlhan ve Göktuğ, 2020).
Konu 06.02.2023 depremi olduğu için bölgesel ve kentsel planlamada doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı irdelenecektir. Bölgesel ve kentsel planlamada doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı Ekolojik Şehir ya da Eko Kent olgusu ile örtüşmektedir.
3. DOĞAL KAYNAKLAR VE SÜRDÜRÜLEBİLİR KULLANIMI
Doğal Kaynaklar: Doğal olarak var olan ya da doğal yollarla oluşmuş ve insan ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılabilen kaynakların tümüne doğal kaynak denilmektedir (United Nations,1970). Madenler (metalik olan veya metalik olmayan madenler), sular (akarsular, göller, denizler), doğal bitki örtüsü, doğal hayvan toplulukları, topraklar (tarımsal topraklar, otlaklar ve orman arazilerindeki topraklar) doğal kaynaklar olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca, birçok doğal kaynakların oluşumunda doğrudan ya da dolaylı rolü olan güneş, doğal kaynakların en başında yer alır. Bununla birlikte, iklim faktörlerinin tümü, başta rüzgar ve yağış doğal kaynaklar olarak değerlendirilmektedir (Anonim, 1984; Başol ve ark., 2005).
3.1 Toprak kaynaklarının Sürdürülebilir Kullanımı ve Arazi Yetenek sınıfları
Ülkemizde yerleşim alanını ifade etmek için bir atasözümüz vardır. Atalarımız “Otu saz, kuşu kaz olan yerden uzak dur, otu kekik, kuşu keklik olan yerde mesken kur” özdeyişi bizlerin sürdürülebilir arazi kullanımını tarif etmektedir.
Toprak kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı için arazi yetenek sınıflarına göre kullanılması gerekir. Arazi yetenek sınıflamasına “Arazi Kullanma Kabiliyet Sınıflaması (AKK)” da denilmektedir. Sınıflandırma arazilerin sürdürülebilir üretimini kısıtlayan faktörler dikkate alınarak yapılmaktadır. Bu sınıflamanın amacı, arazilerin toprak bozunumuna ve erozyonuna neden olmadan en uygun tarımsal kullanım şeklini ortay koymaktır. Arazi yetenek sınıfları ve ülkemizde kapladıkları alanların şematik görüntüsü (Şekil 2)’de verilmiştir (https://topraktema.org). Bu toprak sınıflarının I-IV sınıf araziler işlemeli tarım için uygundur. Toprak kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı ancak, arazi yetenek sınıflarına uygun olarak kullanımları ile mümkündür (Yılmaz ve Saltalı 2017). Bu yüzden bölgesel ve kentsel planlamalarda I-IV sınıf araziler tarımsal üterim, V-VI sınıf araziler çayır- mer’a için, VII ve VIII
sınıf araziler orman ve doğal hayat için planlanmalı. Yerleşim yerleri ise VI-VII sınıf araziler olabilir.

1.sınıf: Birinci sınıf arazi; düz veya düze yakın, derin, verimli ve kolayca işlenebilen toprakları ihtiva eden arazidir.
2.sınıf: İkinci sınıf arazi ancak bazı özel tedbirler alınmak suretiyle kolayca işlenebilen iyi bir arazidir.
3.sınıf: Üçüncü sınıf arazi, üzerinde iyi bir bitki münavebesi kullanılmak ve uygun ziraat metotları tatbik edilmek suretiyle tarıma uygun arazidir.
4.sınıf: Dördüncü sınıf arazi, özellikle devamlı olarak çayıra tahsis edilmeye müsait arazi sınıfıdır. Ara sıra tarla bitkileri de yetiştirilebilir. Fazla meyil, erozyon, kötü toprak karakterleri ve iklim bu sınıf topraklar üzerinde yapılacak ziraatı sınırlayıcı faktörlerdir.
5.sınıf: Beşinci sınıf arazi kültür bitkileri yetiştirmeye müsait olmadığından çayır ve orman gibi uzun ömürlü bitkilere tahsis edilir. Kültivasyona, taşlılık ve ıslaklık gibi bir veya birkaç faktör mani olur.
6.sınıf: Altıncı sınıf arazi, ormanlık veya çayır olarak kullanılabilen ancak, tedbirler alınmasını icap ettiren arazidir.
7.sınıf: Yedinci sınıf arazi, çok meyilli, erozyona fazla uğramış, taşlı ve arızalı olup, yüzlek, kuru, bataklık veya diğer bazı elverişsiz toprakları ihtiva eder.
8.sınıf: Sekizinci sınıf arazi, kültivasyona ve çayır veya ormanlık olarak kullanılmaya mani özellikleri ihtiva eder. Bu tür araziler doğal yaşam ortamlarıdır (Yılmaz ve Saltalı 2017).
3.2 Bölge ve Kent Planlamasında Güneşin Etkin Kullanımı
Bölge ve kent planlamalarında en önemli doğal kaynaklardan olan güneşin etkin kullanımı önem taşımaktadır. Diğer doğal kaynakların yanlış veya hatalı kullanımı ile beklenen verim elde edilemiyorsa, güneşin de etkin kullanılmaması ile beklenen verim alınamamaktadır. Yeterli fosil kaynakları (doğal gaz, petrol vb) olmayan ülkeler konut ısınmasında doğal gaz için 10 milyarlarca dolar döviz ödemektedir.
Bölge ve kent planlamalarının başında, mimar ve mühendisler imar planına ve bina projelerine başlamadan, meteoroloji uzmanlarından güneşin mevsimsel açılarını ve yapıların gölgeleme boyutlarını hesaplaması, imar planlarının en önemli aşamasıdır. Şekil 3 ve 4’ de güneşin mevsimsel hareketi ve gölge boyutları verilmiştir

Meteoroloji uzmanlarından alınan temel bilgilerden (güneşlenme, rüzgâr, nem, yağış) sonra bölge ve kent planlamacıları yerleşim yerlerini, caddeleri, sokakları, konutları gölge boyutuna göre planlaması güneş enerjisinin etkin kullanımı için önemlidir. Ülkemizde kışın cisimlerin gölgeleri daha uzun, yazın ise daha kısadır. Bina boyutlarının planlamalarında gölge boyutları dikkate alınması, binaların ve oturma odalarının kışın en fazla güneş alacak, yazın ise en az güneş alacak şekilde planlanması ısınma ve soğutma giderlerini düşürecektir. Bu durum, en önemli doğal kaynağın etkin kullanımına, ülkelerin döviz giderlerinin azalmasına, ekolojik medeniyetin gelişmesine ve insanların yaşam konforunun artmasına neden olacaktır. Bölgesel ve kentsel planlamalarda diğer önemli bir konu, konutlarda ya da toplumsal ihtiyaç için kullanılan toplam enerjinin ne kadarının güneş enerjisi sistemlerinden (GES) sağlandığıdır. Bunun için planlamada meteoroloji uzmanından alınan gölge boyutlarına göre bina çatılarının ve binaların güneş alan cephelerinin enerji üretecek şekilde planlanması önem taşımaktadır.

Fosil yakıtlar kullanılarak enerji üretilen ülkelerde, güneş enerjisinin etkin kullanımı fosil yakıtların kullanımını azaltacak ve küresel iklim değişimine olan baskıyı azaltacaktır.
3.3 Bölge ve Kent Planlamasında Rüzgâr ve Yağmur Sularının Etkin Kullanımı İklime dayalı doğal kaynaklardan birisi rüzgârlardır. Konutların, cadde ve sokakların planlanmasında ve kent içi hava sirkülasyonu için de rüzgâr önem taşır. Ayrıca, bölgesel ve kent planlamalarında, konut ve yerleşim alanlarının aydınlatılmasında rüzgâr enerjisinden faydalanılması doğaya duyarlı sürdürülebilir kalkınma için gereklidir. Bu amaçla, K.Maraş ilimizin, rüzgâr ve enerji üretim kapasitesi belirlenerek deprem sonrası kent kurgulamasında bu doğal kaynağında araştırılmasına ihtiyaç vardır.Bölgesel ve kent planlamasında sürdürülebilir kullanımına ihtiyaç duyulan doğal kaynaklardan birisi de yağış sularıdır. Türkiye’de yıllık ortalama yağış miktarı 643 mm, K.Maraş’ta ise 750 mm civarındadır (https://www.mgm.gov.tr/). K.Maraş’ta Haziran,Temmuz, Agustos ve Eylül ayında toplam yağış miktarı 24.4 mm’dir. Yaz aylarında yağışın düşük olması bölgesel ve kent planlamalarında kullanılan bitkiler için sulamayı zorunlu kılmaktadır. Yeşil alan ve bitki sulamaları için yazın suya ihtiyaç vardır. Doğal kaynak sularının azaldığı günümüzde, bölgesel ve kent planlamalarında, kış yağışlarının bina çatılarından alınarak yer altı su depolarında muhafaza edilmesine (su hasadına) ihtiyaç vardır (Şekil 7; https://istanbuldalgicpompa.com.tr/yagmur-suyu-hasadi). Örneğin K.Maraş’ta yıllık yağışın
750 mm olduğu düşünüldüğünde 100 metre kare bir çatıya yıllık 75 ton yağmur suyu düşecektir. Bu yağış suları için site ve bina planlamalarında, ilgili alanın yeşil alan miktarı ve dikecekleri bitkilerin su tüketimi hesaplanarak yeteri kadar yer altı su deposu zorunlu kılınabilir. Aynı durum belediyeler açısından kent içi yeşil alanlar ve mesire alanları için de geçerlidir. Bu durum resmi kurumların yeşil alanları içi de zorunlu kılınabilir. Aynı zamanda, hasat edilen yağmur suları çamaşır ve tuvalet (klozet) temizliğinde de kullanılabilirYazın su kullanımını azaltabilmek için yeşil alan olarak planlanan alanda yetiştirilecek bitkilerin yıllık su ihtiyaçlarının ve evapotraspirasyon (bitkiden ve topraktan buharlaşma) kayıplarının tarım ve peyzaj uzmanları tarafından hesaplanması ve buna göre su tüketimi düşük olan bitkilerin tercih edilmesi doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı için gereklidir. Şekil 8’de bitki ve topraktan su kayıpları şematik olarak verilmektedir (https://slideplayer.biz.tr/slide/11988928/). Bitkilerden olan buharlaşma (transpirasyon) bitki türüne göre değişir. Transpirasyonu kontrol etmek zor ancak, az su tüken bitkilerin peyzaj planlamasında kullanılması ile bitki su tüketimi azaltılabilir. Yeşil alan planlamasında derine sızan su kayıplarını en aza indirebilmek için yeşil alan tesisinde toprak (ağaç, çalı, çim) organik madde içeriğinin yüksek (%4 ten fazla) tutulması gerekir. Aynı zamanda farklı toprak derinliklerine tansiyometreler yerleştirerek bitki su kullanımı optimize edilebilir.Suyun kısıtlı olduğu bölge ve kentlerin yeşil alan planlamasında suyun yerçekimine zıt yönde yukarı doğru hareket edip (kapillar yükselme) buharlaşarak kaybolması azaltılabilir (Şekil 9; https://malzemebilimi.net/yuzey-gerilimi-kilcallik-etkisi.html ). Şekil 9 ‘da görüldüğü gibi suların yukarı doğru hareketi borucuk yarıçapı ile ters orantılıdır. Yani boru yarıçapı azaldıkça su daha fazla yükselir ve buharlaşarak kaybolur.Topraklarda da borular gibi kapillar yükselme borucuklar söz konusudur Farklı özelliklere sahip topraklarda su yükselmesi şematik olarak görülmektedir (Şekil 10; https://engineeringcivil.org/articles/). Şekil 10’da da görüldüğü gibi killi tekstüre sahip toprakta su çok fazla yükselirken, kumlu toprakta su yükselmesi çok sınırlıdır. Yaz dönemi sıcak havalarda bitkilere sulama amaçlı uygulanan su yer çekimine ters yönde yükselir ve buharlaşarak kaybolur. Yeşil alanlarda su kayıplarını azaltabilmek için toprakların 20-30 cm derinliğine 5 cm kalınlığında yatay kum katmanı serilebilir. Böylece, yeşil alanlarda su kayıpları azaltılabilir ve mevcut su kaynakları da sürdürülebilir bir şekilde kullanılabilirAyrıca hobi bahçelerinde ve ağaç türü bitki plantasyonlarında, fidan dikim döneminde fidanın 20-30 cm çevresine delikli boru yerleştirilir. Boru içi kum ile doldurulur (Şekil 11; Anonim 2024b). Sıcak dönemlerde bitki su ihtiyacı boru içerisine su uygulaması ile karşılanabilir.Su kısıtı olan bölgelerde suyun toprak yüzeyinde buharlaşarak kaybolması azaltılabilir. Böylece, bölgesel ve kentsel planlamada doğal kaynaklar sürdürülebilir bir şekilde kullanılır.
3.4 . Organik atıkların sürdürülebilir kullanımı
Şehir ve bölge planlamalarında park, bahçe ve rekreasyon alanlarında çim yada farklı bitki türlerine yer verilmektedir. Farklı dönmelerde biçilen çimi ve bitki budama materyallerini öğütücü makinelerden geçirilerek kompost haline getirilmesi kaynakların sürdürülebilir kullanımı için önem taşımaktadır. Sonbahar aylarında dökülen ağaç yapraklarının da toplanarak kompost için değerlendirme olanağı mevcuttur (Şekil 12; https://www.yesilist.com/).
Aynı zamanda evsel organik atıkların hanede, binalarda yada site içerisinde ayrıştırılması için yerel yönetimlere görev düşmektedir. Site ya da konut planında evsel atıkların ayrıştırılması konusunda planlamaların zorunlu hale getirilmesi geri dönüşüm anlayışının oluşmasına katkı sağlayacaktır. Evsel organik atıklarda kompost yapılabilirÇim, ağaç parçaları ve evsel organik atıkların kompost haline getirildikten sonra şehir yeşil alan uygulamalarında ve tarımsal amaçlar ile kullanılabilir. Aynı zamanda kompost materyali, belli oranda mineral (kimyasal) gübreler ile tekniğine uygun olarak karıştırıldığında organo-mineral (OMG) gübreler elde edilebilir. Kentte ortaya çıkan tüm organik atıkları böylece doğaya tekrar döndürülebilir.Çim, ağaç parçaları ve evsel organik atıkların kompost haline getirildikten sonra şehir yeşil alan uygulamalarında ve tarımsal amaçlar ile kullanılabilir. Aynı zamanda kompost materyali, belli oranda mineral (kimyasal) gübreler ile tekniğine uygun olarak karıştırıldığında organo-mineral (OMG) gübreler elde edilebilir. Kentte ortaya çıkan tüm organik atıkları böylece doğaya tekrar döndürülebilir.Farklı ülkelerde bazı Eko-Kent örnekleri; Vancouver Eko-Kenti (Kanada), Aberdeen Eko-Kenti (İskoçya). Masdar Eko-Kenti (BAE), Londra Eko-Kenti (İngiltere), Melbourne Eko-Kenti (Avustralya) verilebilir. Türkiye projelendirilen ancak henüz uygulama aşamasına geçmeyen Eko-Kent; Bursa Nilüfer Eko-Kenti ve Eskişehir Kocakır Rezerv Yapı Alanı Projesidir (Şekil 14) (Tekeci Şengül, 2022).
Şekil 14. Bursa Nilüfer ve Eskişehir Kocakır Projesi haritası (Tekeci Şengül, 2022).Dünyada ve ülkemizde Eko-kent yaklaşımın esası, tüm doğal kaynakların dürdürülebilir kullanımına odaklanmakta ve gelecek nesillere daha yaşanılabilir bir çevre ve yaşam alanı bırakmayı amaçlamaktadır.
4. SONUÇLAR VE ÖNERİLER Günümüzde iklim değişikliği ve küresel ısınma kadar, gıda talebi de güncelliğini korumaktadır. İnsanoğlu ve geleceğimiz için bu iki konunun önemi artarak devam edecektir. Gelecek nesillere sağlık bir çevre ve besin ihtiyacını karşılayabileceği üretken doğal kaynakları (başta toprak, hava ve su) bırakmak, ancak ekolojik medeniyetin ihdası ve doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı ile mümkündür. Gelecek nesiller için en güzel miras da bu olsa gerek. Diğer taraftan, 06.02.2023 tarihinde meydana gelen K.Maraş merkezli depremler 11 ilimizde büyük yıkımlara ve can kayıplarına neden oldu. Bu depremlerden en fazla etkilenen illerimizden birisi de K.Maraş’tır. K.Maraş depremde yıkılan alanların ve kentsel dönüşüm alanlarının yeniden kurgulanmasında, ekolojinin temel unsurlarını dikkate alarak, ekolojik medeniyet temelli kalkınma ile daha güzel konuma gelecektir.