Merhaba değerli dostlar

Merhaba güzel şehrin güzel insanları

Merhaba vatan ve millet sevdalısı yiğit kardeşlerim.

Bugün sohbetimizi olmak ya da olmamak üzere yapalım istedim.

On beş aydır hayatımızı tarumar eden, evladı anne-babadan, kardeşi kardeşten ayıran, sıla-i rahimi unutturan, camileri mahsun ve sessiz bırakan velhasıl hayatla ilgili tüm bilgilerimizi altüst eden bir salgına maruz kaldık.

Anlaşılan o ki çeşitli nedenlerden bizleri her türlü hastalığa karşı koruyan bağışıklık sistemimiz bizi bu Covid-19 belasından korumada yetersiz kaldı.

Bunun başlıca sebebi neo liberal kapitalist anlayışın ülkemizde her alanda hakim olmasıdır.   Ülke olarak kırk yıldır bölücü terörle mücadele ederken, tarım ve gıda alanında zemin bulan terörden bihaber olduk.

Hibrit tohumlar, yanlış ilaçlama sonucu toprağın ve yetişen bitkilerin yapılarının bozulması, soluduğumuz havanın, içtiğimiz suların kirlenmesi ve obezitenin artık hastalık boyutuna gelmiş olması gibi daha birçok nedenden Allah’ın bizleri her türlü hastalıktan korumak üzere kurguladığı bağışıklık sistemimiz maalesef artık o eski günlerdeki gibi aktif olamamakta.

% 94 şehirlerde üst üste yaşayan, her sabah ve akşam yine üst üste evden işe işten eve gitmek zorunda olan bir toplumun bu tür salgınlara karşı koyması ya da salgından korunması elbette  kolay olmasa gerek.

Yazıya başlarken belirttiğim gibi bugünkü meselemiz olmak ya da olmamak.

Çeşitli yasalarla teminat altına alınmış olan insanın vücudunun kendi isteği dışında dokunulmazlığı, isteği dışında tedavi amaçlı da olsa hiç müdahale yapılamayacağı malumunuzdur.

Bu ve buna benzer birçok nedenden ötürü dünyada birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de aşı olma konusunda çekingenlik, tedirginlik ve korku hakimdir.

Tüm bunların oluşmasında yine tüm dünya da olduğu gibi bizde de bir kesimin aşının zararları ve ileride olabilecek olumsuz sonuçları üzerinden zaten mevcut olan iğne korkusuna birde hiçbir bilimsel dayanağı olmayan varsayımları ile çok zor şartlarda temin edilen aşıdan kaçınmayı bir marifetmiş gibi topluma empoze etmeleri.

Az bir okumuşluğu olan kişiler bilirler ki tarihte bu tür salgınlar sonucu çok kısa sürede çok büyük oranda ölümler yaşanmıştır.

Çiçek, zatürre, tifo, dizanteri, kuduz, tetanoz, hepatit, kolera vs. daha bir çok hastalıkla alakalı olarak son yüz yılda aşılar geliştirilmiş, bu sayede insanlık büyük salgınlardan korunmuştur. Bütün bunlar Allah’ın ilminden insanların keşfettikleri sayesinde olmuştur elbette.

Kendimiz, çocuklarımız ya da anne babamız için zaman zaman antibiyotik ilaçlar ya da iğneler kullanmışızdır. Örneğin: Dişiniz ağrıyor ve doğal olarak diş hekimine gittiniz. Diş hekimi dişinize baktı ve dişiniz iltihaplanmış, size antibiyotik hap yazdım, bunu beş gün kullanın ondan sonra çekelim dedi.

Hayır şimdi çekin dediğinizde diş hekimi: Olmaz iltihaplı diş çekilirse iltihabın kana karışma tehlikesi mevcut, bu iltihap böbreklere ya da kalbe kadar ulaşabilir, bu nedenle iltihap kurutmadan ben dişinizi çekemem der.

Ancak yine hekimler şunu der: Doktora danışmadan ya da reçetesiz  antibiyotik kullanmayın, çünkü kendi başınıza kullandığınızda antibiyotikler  yarar yerine vücutta kalıcı zararlara sebep olabilmektedir.

Buradan hareketle aşı karşıtlarına sormak lazım ya da aşı olmaktan korkan ya da çekingenlik gösterenlere: Antibiyotiklerin olası zararlarını göz önüne alarak kendiniz ve sevdiklerinize antibiyotik tedavisi uygulanmasına hiç karşı çıktınız mı?

Düşünün beş yaşında bir çocukta eklem romatizması olduğu anlaşılıyor. Eğer tedavi edilmezse bu romatizma kalp kapakçıklarının çürümesine ve o çocuğun yetişkin olduğunda kalp ameliyatı olmasına sebep oluyor. Siz sevdikleriniz için böyle bir riski alır mısınız?

İşin diğer bir boyutu ise eş, dost hısım akraba, arkadaşlardan uzak tokalaşmadan, sarılıp sevdiğinin sıcaklığını hissetmeden, bir dostunla bir çay ocağında ya da kafe de bir çay kahve içmeden, cenazede ya da düğünlerde bulunamamaktan, her zaman devam etmeye çalıştığın camiye gidememekten, namaz sonrası camideki dostlarında iki lafın belini kıramamaktan hala usanmadık mı?

Dünyanın gelişmiş ekonomileri başta ABD olmak üzere yoğun bir şekilde aşılanıp normal hayata dönerken bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin hala kısıtlı hayatla kısıtlı çalışma koşullarına razı olarak yaşaması ne kadar doğru?

Salgın nedeniyle üretimde oluşan daralma nedeniyle her türlü mal ve hizmetin fiyatları her geçen gün artarken daha az kazanca daha az üretime daha ne kadar razı olacağız?

Devleti suçlamak ya da her şeyi devletten beklemek yerine devletin zor şartlarda temin ettiği aşımızı bir an evvel olup normal hayata dönmemiz gerekmiyor mu?

Gafile kelam, nafile kelam .Bu kadar söz kafidir inşallah. Arif olan anlar diye bitirelim.

Sağlık ve esenlikte kalın.