TDMM Birliği Enerji Komisyonu Üyesi ve Enerji ve Lisans İşleri Müdürü Aslı Işıksalan, enerji politikaları, yerli kaynakların önemi ve sektörün geleceğine dair değerlendirmelerde bulundu.

Yenilenebilir enerji alanında dünya genelinde yaşanan hızlı dönüşüm, ülkelerin enerji portföylerini çeşitlendirmelerinde ve sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmalarında kritik bir rol oynuyor. Bu bağlamda, ülkemiz de dönüşüm sürecinde ciddi ilerlemeler kaydediyor ve de yenilenebilir enerji kapasitesini hızla artırmaya devam ediyor.

Enerji artık sadece ekonomik değil, aynı zamanda stratejik bir alan olarak görülüyor. Bu bağlamda enerji dönüşümlerinin Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için önemi nedir?

Enerji artık yalnızca bir sektör değil bir ülkenin kaderini belirleyen stratejik bir alan oldu ve olmaya devam edecek.

Sektör son dönemde, diplomatik hamleleri planlandığı ve hatta uğruna savaşların çıktığı ve neredeyse ülkelerin kaderini belirleyen bir alan oldu artık. Enerji dönüşümleri, Türkiye gibi gelişmekte olan 3. Dünya ülkeleri için hem çok ciddi bir konu hem de çok büyük fırsat. Biz ve bizim gibi gelişmekte olan ülkeler sadece güneşi rüzgarı, suyu dönüştürmekle kalmayıp topyekûn düşünce yapısını, politikalarını ve hatta yatırım hamlelerini de değiştirmek zorunda.

Yenilenebilir enerji yatırımlarını yalnızca çevresel değil, aynı zamanda ekonomik ve politik bir bakış açısıyla da değerlendirmek gerektiğini söylediniz. Bu yatırımların dışa bağımlılık ve ekonomik sürdürülebilirlik açısından rolü nedir?

Yenilenebilir enerjiyi yalnızca yeşil enerji, düşük karbon salınımı çerçevesinde değerlendirmemek gerekir. Bu tür yatırımlar aynı zamanda dışa bağımlılığın azaltılmasına, istihdamın artırılmasına ve ekonomik sürdürülebilirliğe de önemli katkılar sağlamaktadır. Ancak bu kazanımların sürdürülebilir olabilmesi için Enerji Politikalarının siyaset üstü, partilerden bağımsız ve ortak vizyon çerçevesinde ele alınması büyük önem taşımaktadır. Nitekim sadece ülkemizde değil küresel ölçekte de Enerji Stratejileri hükümetlerin birinci öncelikleri arasında yer almakta, bu sebeple ciddi çalışmaların yapılması ve tüm tarafların görüş ve hassasiyetlerine kulak verilmesi gerekmektedir.

Enerji politikalarının siyaset üstü bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini ifade ettiniz. Bu vizyonun hayata geçirilmesi için nasıl bir iş birliği ortamı gerekiyor?

Bugün birçok yatırımcı uzun süren süreçler ve belirsizlikler yüzünden başka ülkelere yüzünü dönmeye başladı maalesef. Şu bir gerçek ki projelerin başarısı, yatırım ortamlarının elverişliliği ile doğru orantılıdır. Şeffaf, hızlı ilerleyen süreçler yalnızca yatırımcının önünü açmakla kalmaz üretime de büyük katkı sağlar. Bakınız dünya genelinde yaşanan Orta Doğudaki gerilimler, Rusya–Ukrayna savaşı, Kafkasların kaynaklarını enerjiye çevirme ve Avrupa’ya iletme çabaları temiz enerjiye erişimi zorlaştırıyor. Bu tablo bizlere şunu söylüyor “Enerji güvenliğini sağlamak birinci önceliğimiz olmalı”. Türkiye’nin Enerji İthalatı, ekonomik bağımlılığı artırdığı gibi dış politikalarımızda da hareket alanımızı daraltmaktadır. Oysa yenilenebilir enerji kaynaklarının çeşitlerini artırmak ve depolamalı enerji çözümleri ile dışa bağımlılığı azaltmak ekonomik ve stratejik bir kazanım sağlamaktadır.

Türkiye’deki yatırım ortamına dair belirsizliklerin bazı yatırımcıları farklı pazarlara yönelttiğini söylediniz. Yatırımcıların güvenini kazanmak için neler yapılmalı?

Haziran ayı verilerine göre Türkiye’nin yaklaşık olarak Güneş enerjisi üretimi 20.500 MW, Rüzgar Enerjisi üretimi 14.000 MW olarak raporlanmış durumdadır. Bu rakamlarla Türkiye yenilenebilir enerji kurulu gücü olarak dünyada 9. Sırada yer almaktadır. Tüm bu üretim verileri ile Türkiye’nin 2053 net sıfır karbon hedefine ulaşması çok mümkün. Bu hedefi sadece Çevre politikası hedefi olarak değil aynı zamanda sanayii gelişimi, uluslararası ticaret ve hatta dış politika olarak değerlendirmek gerekir, dolayısı ile sürece bakanlıkları, belediyeleri yatırımcıları ve hatta yerel halkı da etkin bir şekilde dahil etmek zorundayız.

Paris İklim Anlaşması küresel iklim hedefleri açısından büyük önem taşıyor. Türkiye bu anlaşma kapsamında ne gibi yükümlülüklerle karşı karşıya?

Paris’te 2015 yılında imzalanan, bugün 195 ülkenin taraf olarak onayladığı Paris iklim anlaşması ile küresel sıcaklık artışını sanayi devrimi öncesi seviyelere kıyasla 2 °C’nin oldukça altında tutmak ve mümkünse 1,5 °C ile sınırlamak hedeflenmiştir. Mevcutta iklim değişikliği ile alakalı çalışmalar yapmak, sıcaklık artışının önüne geçmek birinci önceliği teşkil etmekle birlikte finansal açıdan da yatırımcılara birçok avantajlar sağlamaktadır.

Başta 2035 yılına kadar geri dönüşüm planlamaları tamamen uygulanmaya başlayacak, Organik tarıma ağırlık verilecek, az su ile çok üretim yapılacak. Akarsu, nehir dere rehabilitasyonları yapılacak ve temizlenecek. Taşkın programları devreye girecek. Fosil yakıtlardan kurtulup yenilenebilir enerjilere yönelmeyi ve teşvik edecek.

Bu durumda en çok Enerji, Demir Çelik Sanayisi, Tarım ve Havayolları şirketleri etkilenecek ve ivedi önlem almaları gerekecek.

Avrupa birliği ülkelerinin de imzaladığı Paris İlkim anlaşmasına göre Sıfır Emisyonlu üretim yapan firmalar daha rahat pazar bulacaklar. AB Ülkeleri ürünleri alırken ton başına ‘Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’ kapsamında ek bir maliyet uygulamasıdır. Sen üretici olarak emisyonunu ne kadar azaltırsan o kadar ihracat yaparken az vergi vereceksin hem vergi ödemesinden tasarruf edecek hem de rekabet gücü artarak daha geniş pazar bulacaksın.

AB'nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması kapsamında sıfır emisyon üretim yapan firmalara uyguladığı teşvikleri nasıl yorumluyorsunuz?

Karbon ayak izini azaltan yatırımcılara bazı teşviklerin uygulanması planlanıyor, peki bu ne demek? Emisyonları azaltmak için ciddi finansman destekleri gelecek. Yurt dışı fonları bu alanlara tahsis edilecek ve tabi ki bu destekler üretim maliyetlerini düşürecek. Firmaların bu desteklerden faydalanabilmesi için de bazı taahhütleri yerine getirmesi gerekiyor. Taahhütlerini yerine getirmeyenler tabi ki bir takım teşviklerden mahrum kalacağı gibi bazı yaptırımlar ile de karşılayacaklar gibi görünüyor.

Avrupa Yeşil Mutabakatı'nın Türkiye açısından önemi nedir? Bu sürece adapte olmanın ihracat ve sanayi açısından etkileri neler olacak?

Avrupa Yeşil Mutabakatı, Türkiye için kritik bir öneme sahip. AB’nin Türkiye ile Gümrük Birliği ortağı olması, ticari faaliyetleri oldukça hareketli kılmaktadır. Ticaret Bakanlığı’nın 2021 yılı verilerine göre Avrupa Birliği, Türkiye’nin 93 milyar dolarlık ihracatından %41 oranında pay alarak, toplam ihracatta ilk sıralarda yer almaktadır. Dolayısıyla hem ticari ilişkilerin yoğunluğu hem de sürdürülebilir kalkınma hedefleri sebebiyle Türkiye’nin Avrupa Yeşil Mutabakatı sürecinde aktif bir şekilde yer alacağını gösteriyor.

Son olarak, değişen dünyada Türkiye’nin bu hızlı enerji dönüşümüne nasıl ayak uydurması gerekiyor? Sizce oyunun içinde kalmak için atılması gereken en kritik adımlar neler?

Sonuç olarak değişen dünyada bu hızlı gelişmelere ayak uydurmak, yenilikleri çok yakından takip etmek ve hatta gerekirse taklit etmek zorundayız. Oyunun içinde kalmak için oyunu ve oyuncuları iyi analiz etmek ve stratejik hamleler yapmak büyük önem taşımaktadır.

Daha önce de ifade ettiğim gibi aynı masada oturan taraflar ihtiyaçlarını, karşılaştıkları zorlukları ve ivedi çözümlerini hızlıca ortaya koymalıdır. Her kaybettiğimiz zaman ülke ekonomisine zarar yazmaya devam ediyor.