Yaklaşık 6-7 aydan bu yana Çin’de yaşanan bir vakanın dünya çapına dağılışı ve insanlara bulaşması ile insanlardaki tedirginlik ve Ölüm korkusu…

Her biri ayrı bir ibretlik olay…

Maalesef Hiç alışık olmadığımız bir dönemden geçiyoruz.

Geçip giderken, kendimizle yüzleşiyor, kendimize bir şeyler söylüyoruz.

Sanki yavaşlamayı öğreniyoruz sil baştan...

Maalesef biz Çok sevdiğimiz için, sevdiğimizi öldürebilen bir toplumuz.

Canımızı da seviyoruz ama onu da yok etmek için her şeyi yapıyoruz.

Yaşlısı genci kadını erkeği, hastalıklısı ve sağlıklısı…

Sebep gözle görülmeyen, varlığı hissedilmeyen, muamma gibi bir musibet virüs.

Herkes, ama herkes bu virüs ve salgın hakkında adeta uzman.

Atmaya başladı mı mangalda kül kalmıyor.

Kimi sağlıkçılara saldırıyor, kimi hükümete, kimi şehir efsaneleri konusunda senaryo uzmanı.

Bu kadar bilenlerin maskesi kolunda, çenesinde cebinde.

Bu denli uzman olanlar sarmaş dolaş kahve, kafe köşelerinde, cadde ve sokaklarda.

Günde 15 liralık sigarayı içmeyi hak sayan, günde 1 liralık maskeyi kullanmaktan, işi bitince bir poşete koyup ağzını bağlayıp çöpe atmaktan aciz.

Haydi, bana bir şey olmaz dediniz.

Haydi, bana da bulaşırsa ben güçlüyüm sağlıklıyım atlatırım dediniz.

Hatta, can benim, çeker giderim öbür dünyaya dediniz.

Ölmeyi tercih ettiniz, peki bulaşması bir saniyeden kısa süren bu pisliği etrafınızdakilere yayma hakkınız var mı?

Siz katili misiniz? Üstelik toplu katliama sebep olabilecek bir seri katil misiniz?

Hepsinin mazereti kendine göre haklı.

Ama o mazeretlere baktığınızda o mazeretlerin keyif, zevk, lüks ve saçmalık olduğunu görmeniz mümkün.

Maalesef Kahramanmaraş’ın Çarşısı, yolları, sokakları insan seli…

Sanki ölürken güzel olmak zorunda gibi makyaj malzemesi, dışarı çıkması için haklı mazeret.

Evinde bir kitap okumak, balkonda çay içmek işkence geliyor ama ölümü pahasına şehir merkezinde ana caddelerde, elinde tesbih, ağzında sigara, omuz omuza sürtünmek haklı mazeret oluyor.

Yasaklanmasa, göbek atmadan, iki gencin mutluluğunu dualara sevk edemiyor, Rabbimize havale edemiyoruz.

Ahdımız var, ömründe bir kere olacak, o kadar da mı olmasın, lafları onlarca cana mal oluyor.

İki gencin mutluluğu adına yapıldığı söylenen o kargaşa, o iki gencin hayat boyunca “bizim düğünden sonra salgından şu kadar kişi öldü” düşüncesi tüm hayatlarında bir kabus bir işkence olarak kalmayacak mı?

Bunu daha önce Afşin deki Kır düğünün de yaşadık.

Pazarcık’taki düğünde, Kahramanmaraş’taki düğünlerde yaşadık.

Halen Gözlem altında karantinada olanlar var.

Bu mu evlatlarımızı mutlu etmek için izlediğimiz yol…

Toplu yemek, toplu davet, eğlenceli düğün, altın günü, aile toplantıları, kafe ve kahve sohbetleri, dikkatsiz piknikler ve gereksiz geziler gibi birçok kalabalıkla yapılan eğlencelerimiz maalesef var.

Bu hem kul hakkını gasp ediyor, hem de onların yaşam haklarını gasp ediyor.

Kaç kişinin? Birkaç kişi de değil, tüm insanlığın yaşam hakkını gasp ederek büyük bir suç işliyor.

Rabbimizin nezdinde kul hakkından daha büyük bir suç var mı?

Tüm tedbirlere istisnasız herkes uysa bu salgın biter mi? Bitmez belki ama çok çok düşük seviyelere gelir.

O zaman o canını feda eden sağlıkçıların işleri kolaylaşır, ölümler azalır, 10 kişiye verilen hizmet bir kişiye daha kaliteli olarak verilir.

Bizim derhal ciddi bir toparlanma gösterip, kendimize gelmemiz lazım.

Bizim halimiz yukarıda yazdıklarım olmamalı…

Bunun dışında tüm tedbirlere harfiyen uyan, etraflarını da bu konuda motive eden, ikaz eden, çaba gösterenleri de kutlarım.