Yazar Ömer Faruk İspir, Türk-İslam medeniyetinin savaşı şuan da yeni başladığını inanıyoruz ve bunu zafer ile taçlandıracağımıza ve kazanacağımıza da inanıyoruz. Türkiye’nin ve İslam dünyasının şuan ki durumu kötü gidiyormuş gibi görünebilir. Bu her zaman böyleydi. Ama ‘Gecenin en karanlık anı güneşin en doğmaya en yakın olduğu andır’ derler biz şuan da o andayız. Onun için Savaş daha yeni başlıyor!Kahramanmaraş’ın yetiştirdiği tanınmış eczacılardan merhum Aslan İspir’in torunu Ömer Faruk İspir İstanbul’daki okul arkadaşı Emre Şanlı ile Vatikan’ın gizli sırlarını deşifre etti. Uzun yıllardır üzerinde yaptığı araştırma ile Vatikan’ın Türkiye üzerindeki oyununu yazdığı kitapla okuyucusuna duyuran İspir Kahramanmaraş’ta Bugün Gazetesinin sorularını cevapladı. Vatikan’ın sırlarını neden deşifre etmek gerektiğini ve Türkiye üzerinde oynanan oyunların perde arkasını neden yazma gereği duyduğunu Bugün Gazetesine değerlendirdi.İspir; “Biz aslında yaşadığımız topluma bir mesaj vermek istedik… Bir şeyler anlatmak istedik. İnsanların dertlendiği ve dert edindiği sorunlar var… Bunları bu kitapta işlemek istedik. Ama sonuçta bizim büyük unvanlarımız, profesör unvanlarımız yani akademik unvanlarımız yok. Fikir kitabı yazsak ne kadar dikkate alınırdı oda ayrı bir durum? Onun için dertlendiğimiz mevzuları fikir kitabı üzerinden değil. Fantastik Bilim Kurgu, Polisiye Roman üzerinden anlatmak istedik. Birde şöyle bir şeyi de kendi kendimize sorduk… “Türklerden Fantastik Bilim Kurgu Romanı çıkmaz. İslam Medeniyetinden Fantastik Bilim Kurgu Romanı çıkmaz veya Türkler Fantastik Bilim Kurgu romanı yazamazlar. Çünkü onların medeniyeti bunlarla alakalı veriler ve bilgiler yok” deniliyordu.” dediİşte o özel röportaj… Kitabın yaratıcıları Ömer Faruk İspir ve Emre Şanlı’yı tanıyalım?Emre Şanlı kardeşimi öncelikle tanıtayım. Emre Şanlı Adanalı kendisi, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde okuyor, son sınıf öğrencisi. Kısmetse inşallah bu dönem okulunu bitirecek. Fantezi edebiyat ve bilim kurgu edebiyatı meraklısıdır… Bu kitabı beraber yazmamızın amacı da zaten buydu. Edebiyat tutkusu. Fantastik edebiyat özellikle bilim kurgu edebiyat tutkunu olmasından dolayı bu kitabı kendisiyle yazdık. Sosyolojiyi çok seviyor. Sosyoloji alanında Yüksek Lisans yapmak istiyor. İngilizce-Fransızca alanında dil çalışmaları var.Ben ise Kahramanmaraş’ın yıllardır çok iyi bildiği rahmetli Eczacı Aslan İspir'in torunuyum. Bu kitabı yazmak için 2,5 yıl Emre Şanlı kardeşim ile birlikte emek harcadık. Diş Teknisyenliği okuduk fakat mesleği sevmedik. Yazarlığa adımımızı attık… İnşallah profesyonel olarak da devam eder. “BİZ GÖÇÜP GİTTİKTEN SONRA BİR İZİMİZ OLSUN İSTEDİK…”Nasıl bir araya geldiniz?Öncelikle tanışmamızdan bahsedeyim… Ben diş teknisyenliğini İstanbul’da okudum. Emre’de İstanbul’da okuyordu. Kaldığımız yurtta tanıştık kendisiyle. İkimizde edebiyat tutkunu olduğumuz için ve bir şeyler ortaya koymak bir şeyler üretmek istediğimiz için bu kitabı beraber kaleme aldık. Hep sohbet ediyorduk. Neler yapabiliriz nasıl bir iz bırakabiliriz nasıl bir imza bırakabiliriz bu yaşadığımız dünyadan. Biz göçüp gittikten sonra bir iz bir imza olmalı diye… Her insanın aslında bir izi bir imzası olmalıdır.  Bir kitap yazalım istedik. İyi mi oldu kötü mü oldu kitabımızı okuyan kitapseverler karar verecek artık. Kitap yazma fikri nereden geldi?Biz aslında yaşadığımız topluma bir mesaj vermek istedik… Bir şeyler anlatmak istedik. İnsanların dertlendiği ve dert edindiği sorunlar var… Bunları bu kitapta işlemek istedik. Ama sonuçta bizim büyük unvanlarımız, profesör unvanlarımız yani akademik unvanlarımız yok. Fikir kitabı yazsak ne kadar dikkate alınırdı o da ayrı bir durum? Onun için dertlendiğimiz mevzuları fikir kitabı üzerinden değil fantastik bilim kurgu, polisiye roman üzerinden anlatmak istedik. Bir de şöyle bir şeyi de kendi kendimize sorduk… “Türklerden fantastik bilim kurgu romanı çıkmaz. İslam Medeniyetinden fantastik bilim kurgu romanı çıkmaz veya Türkler fantastik bilim kurgu romanı yazamazlar. Çünkü onların medeniyeti bunlarla alakalı veriler ve bilgiler yok” deniliyordu. Bizim bu kitabı ortaya koymuş olmamız aslında bizim medeniyetimizin ve tarihimizin bu veriler ve bilgilerle dolu olduğunu ortaya koyuyor. İnşallah okuyucu tarafından da beğenilir ve sevilir. Hankâh nedir? Nereden esinlendiniz?Hankâh biraz derin bir mevzu. Öncelikle kelime manasından bahsetmek lazım, Hankâh Farsça bir kelimedir. ‘’Han-ı gâh’’ olarak da bir yazımı var. Farsça da “Toplayan, Cem eden birlikte tutan…” manasına geliyor.  Han-kâh’ın kelime manası ise “Emin ve güvenilir yer. Sığınacak liman…” anlamına gelmektedir. “HANKÂH SELÇUKLU DEVLETİNİN ÜST AKLINI İRFAN-I AKLINI SEMBOLİZE EDERDİ”Selçuklu dönemine de gitmemiz gerekiyor… Selçuklu Dönemi’nde Hankâh-ı Kebir veya Hankâh-ı Mesudiye olarak isimlendirilen bir kuruluş var. Varlığını ilk defa 1. Alâeddin Keykubat zamanında gördüğümüz bir kurum… Selçuklu Devletinin üst aklını, irfanını sembolize eden bir kurumdur. Bunların merkezlerinin de “Alanya Kalesi” olduğu söyleniyor… Hatta Alâeddin Keykubat Baba İlyas’ı Hankâh-ı Mesudiye’ye Seccadenişin yani o kaleye Şeyh Efendi ve vaiz olarak atamış… Sonra tarihte çok enteresan bazı detaylar görüyoruz. Vatikan, Türkiye’ye bazı özel birlikler göndererek Hankâh’ın dervişleri ile elemanlarıyla harp etmişler. “VATİKAN TÜRKİYE’YE BAZI ÖZEL BİRLİKLER GÖNDEREREK…”Tarihi kayıtlara baktığımız zaman 8-9 defa rivayete göre yenilmişler. Fakat sonunda kader hükmünü icra etmiş ve Baba İlyas Vatikan’ın adamları tarafından şehit edilmiştir.Hankâh’ın birde şöyle bir mevzusu var; Hankâh bütün Sufi meşrepleri, bütün Sufi tarikatları Cem eden bir yapı… Biz Hankâh’ın kitapta günümüzde de varlığını devam ettirdiğini iddia ediyoruz. Bu şekilde anlatıyoruz… Hatta Selçuklu zamanından sonra Osmanlı Devleti’ne de yardım ettiğini, Osmanlı Devleti’ni geri planda yönettiğini anlatıyoruz ve söylüyoruz… Ve Hankâh’ın günümüzde Batı Dünyası ile Haçlı zihniyeti ile Siyonist zihniyet ile yaptığı harbi anlatıyoruz… “HANKÂH’IN BİR MANASI DA ‘BAŞ DERGÂH’ DEMEKTİR”Bu manada aslında Hankâh kurgu değildir… Yalnız Hankâh’ı anlamak için şunları da söylemek gerekiyor; Aslında Hankâh’ın bir manası da “Baş Dergâh” demektir.Tarikatların kurucularına “Pir” deniyor. Pirlerin istirahat ettiği defnedildiği yerlere de “Pir Evi” deniliyor… Dolayısıyla o tarikatın hangi Pir evi kastedilerek söyleniyorsa orası “Baş Dergâhtır” yani “Hankâh” olmuş oluyor. “ORDU ŞEYHLERİ BİZZAT EN ÖNDE SAVAŞMIŞLAR”Şimdi Osmanlı toplumu hakkında şöyle şeyler konuşup anlatıyorlar;  Tarikatları vardı-yoktu. Sufizm vardı-yoktu. Şirkti-değildi. İslam, vardı-yoktu. Bunlar başka bir tartışmanın konusu. Biz kitapta bunları tartışmıyoruz. Osmanlı Devleti’nin tasavvuf, sufizm devleti olduğunu, bununla ayakta durduğunu bunu tasavvuftan aldığı irfan, ilim ve hikmet ile 623 yıl devletini yönettiğini anlatıyoruz… Ki zaten bu böyledir. Osmanlı padişahlarına baktığımız zaman her birinin bir Mürşid-i Kamile bağlı olduğunu görüyoruz. Bağlı olmasalar bile şeyh efendilerden danışmanları olduğunu görüyoruz… Hankâh bir noktada da bunu anlatıyor. Başka bir noktaya bakacak olursak; Ordu Şeyhleri var biliyorsunuz. Ordular sefere çıkarken devlet o orduya Şeyh tayin ediyor. Ordu Şeyhinin vazifesi devletin ordusunun manevi olarak moralini yükseltmekti. Manevi disiplini sağlamak ama çeşitli müzelerde görüyoruz ordu Şeyhlerinin kılıçları sergileniyor. Ordu Şeyhleri bizzat en önde savaşmışlar. “HANKÂH GÜNÜMÜZDE DE YAŞIYOR”Askere cesaret vermek adına… Böylede bir Hankâh’ı anlatabiliriz… Yani Baş Dergâh, Baş Dergâhın Sufi savaşçıları… Kitabımızda da var. Ellerinde balta, kılıç ile savaşmışlar. Hankâh ile alakalı son olarak şunu söylemek istiyorum; Osmanlı’nın ilk zamanlarından Sultan 2. Mahmud zamanına kadar gayrı resmi olarak bir Meclisi-Meşayih var… Yani Şeyh efendilerden oluşmuş meclis ve kurum var. Bu kurum daha sonra Sultan 2. Mahmud zamanında resmi olmuş… Bu kurumun amacı yine devlete devletin içerisinde var olan ilmi ve irfani hareketlere destek olmak ve devlete çeşitli alanlarda fikir vermek. Raporlar yazmak olarak da Meclisi Meşayih’i adlandırabiliriz. Osmanlı Devleti’ni sonuna kadar 2. Mahmud bunu resmileştirmiş bina tahsis etmiş bir kurum olarak bunu kurmuşlar. Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar da Meclis-i Meşayih var. Bütün bu bilgileri topladığımız zaman Hankâh bunları sembolize ediyor. Yani en azından şunu söyleyebiliriz…  Özetleyecek olursak Selçuklu zamanında gerçekten var olan Hankâh kurumu ilminin, irfanının ve hikmetinin Osmanlı zamanında yaşadığını ve günümüzde de yaşadığını söyleyebiliriz. Kitabınızdan biraz bahseder misiniz?Kitabımızda kriminal soruşturma dairesi var. Aslında Türkiye’de kriminal soruşturma diye bir daire yok. Adli Tıp var. Başka kurumlar var. Fakat bizim kitabımızın konusuna uygun olsun diye biz Adli tıp, Emniyet, İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı… Bunların bir araya gelip bir kurum kurduğunu Adli Tıpta bunun içinde ve buna da kitapta kriminal soruşturma dairesi dediklerini varsaydık.Peki, neden Adli Tıp’ı kullanmadık? Çünkü Adli Tıp bizim kitapta anlatacağımız konuları yapmaya yeterli değil. Yani Adli Tıp’ın Kolluk Kuvveti vazifesi yok. Kolluk Kuvveti vazifesi olmadığı için ve Kriminal soruşturma dairesine de Kolluk Kuvveti yükleyebilmek için başka devletin mekanizmalarının oturup böyle bir kurum oluşturduklarını varsaydık. Kriminal soruşturma dairesinin amacı ise kitabımızda anlattığımız kadarıyla söyleyeyim; Kriminal Soruşturma dairesinin amacı faili meçhul cinayetleri çözmek çok üst düzey cinayetleri çözmek ve işlenebilecek olan varsayılan suikastlar engellemek üzere kriminal soruşturma dairesi kurulmuş. Bunu kurduranların kimler olduğunu söylersem kitabın tadı kaçar söylemeyeyim. Başına da Kenan Özden diye bir kişiyi atamışlar. Kenan Özden kariyerinde zirveyi görmüş çeşitli kitaplar yazmış tahsilini Amerika- Avrupa da tamamlamış tam bir Türk-İslam sevdalısı bir beyefendi… Yolda gördüğünüz zaman sarılabileceğiniz hani kimse kimseyi tanımadığı kişiyi evine davet etmez. Birisi kapıyı çaldığı zaman Tanrı misafiri dediği zaman bize zarar verecek mi vermeyecek mi diye düşünürüz korkarız ve çekiniriz. İşte öyle insanlar vardır. Evimize çay-kahve içmeye çağırırız korkmadan çekinmeden… İşte Kenan Özden böyle bir tip... Bizden birisi. Kenan Özden’in ekip arkadaşları var. 12 kişiden oluşuyor… Bir para psikoloğumuz, psikiyatristimiz, Muhbirleri olan bir komiserimiz, bomba uzmanımız, çok usta bir şoförümüz, Sniperı çok iyi kullanan başka elemanımız ve bir teknoloji dehamız var… Kenan Özden dahil 13 kişilik bir ekibimiz var. “ELİNDE MAKETTEN BİR KİLİSE VAR ÖBÜR ELİNDE DE MARKUS İNCİLİ VAR”Bebek’te, bir villada hoca-vaiz öldürülüyor. Toplum içerisinde beyefendi diye bilinen enteresan fetvaları olan bir hoca öldürülüyor. Evinde, kalbine balık kabzalı bıçak saplanmış şekilde ölü bulunuyor. Etrafta ölü kelebekler var. Bu kişinin İsmi de Nazım Aktuğ… Ölü bulunduğu zaman bir elinde maketten bir kilise var öbür elinde de Markus İncili var. Sayfaları açılmış bir vaziyette… Oradan da bir sayfa koparılmış o sayfada bir yere gizlenmiş onu da söylemeyelim onunda gizemi kaçmasın.Kriminal soruşturma dairesine bu cinayeti çözmeleri için havale ederler… Ve Kriminal soruşturma dairesi Kenan Özden başkanlığında bu davayı çözmeye uğraşırken kitabın kurgusu ve kitabın öyküsü bambaşka yerlere gitmeye başlar. “Balık Tapınağının Azizleri” anlatır mısınız?Benim kulağıma şöyle tepkiler geldi. Bunu söylemek zorundayım… “Türk halkı Müslüman olan insanlar tapınağa tepki duyarlar. Siz neden kitabınıza Balık Tapınağının Azizleri dediniz? Müslümanların tapınakla ne işi olur?” Sanki biz tapınakları, kiliseleri, locaları bazı mahfilleri övüyormuşuz gibi bir durum ortaya çıkmış, bir ön yargı ortaya çıkmış… Bir kitabı oku önce biz ne yapmışız ne demek istemişiz… Söyleşinin baş tarafından Hankâh’ı anlattım ya zaten bu söyleşimizi okuyacak olanlarda görecekler. Kitabı okuyup bitirenlerde görecekler…  “BALIK TAPINAĞININ AZİZLERİ İLE TÜRK-İSLAM MEDENİYETİNİ ANLATIYOR”Aslında kitap Hankâh zihniyeti yani Türk-İslam Medeniyetinin zihniyeti ile Balık Tapınağının Azizleri yani Batının Haçlı dünyasının zihniyeti arasında ki savaşı anlatıyor… Bizim burada tapınak falan övdüğümüz yok. Balık Tapınağının Azizlerini anlatacak olursak… Balık Tapınağının Azizleri; Hristiyanlık dininin içine özellikle Hristiyanlık biliyorsunuz çeşitli mezheplerden oluşuyor. Özellikle Katolik mezhebinin içerisine Balıkçının Dini, Balıkçının İncili diye bir mevzu karışmış bu çok önemli bir mevzu. Arkadaşım Emre Şanlı ile birlikte böyle bir mevzuyu bulduk ve Hristiyan teolojisi çalışanlar bunu atlamışlar. Bu mevzuyu çalışmamışlar. Bu gerçekten uyduruk bir şey değil mesela bizim bu Nemrut diye bildiğimiz Hz. İbrahim’i ateşe atan kişi Balıkçının Dininin o günkü rahibi… Aynı zamanda kral hükümdar ama Balıkçının Dininin de rahibi… “BALIKÇININ İNCİLİ NE OLA Kİ?”Peki, Balıkçının İncili ne ola ki? Onu da kitabı okurken görsünler fakat şöyle bir detay söyleyeyim… Bu o zaman İncil değil… Yani Nemrut zamanında Balıkçının Kitabı diye geçiyor. Şimdi Balıkçının Dini ve Balıkçının Kitabı Katolikliğin içine sızmış, karışmış ve bu mitolojik din Katolikliği, deyim yerindeyse dizayn ve inşa etmiş ve yeniden ona bazı anlayışlar kazandırmış.Hristiyanlıkta bazı mezhepler var. Mesela; Dominikenler, Fransizkenler ve Cizvitler vs. Balık Tapınağı bir anlayış. Fakat biz kitapta şöyle düşündük… İşlenmemiş konuyu işleyelim. Bunu gün yüzüne çıkartalım ve Vatikan tarafından balık tapınağı mezhebinin balık tapınağı diye bir dinin kurdurulduğunu ve Türkiye’ye sızdırıldığını anlatıyoruz… “NEMRUDUN BELİNDEN SONRASI BALIK TASVİRLİDİR”Ayrıca bazı resimler var. Söyleşimizi okuyanlar bu resimlere internetten bakabilirler. Nemrudun belinden sonrası balık tasvirlidir. Bazı resimlerde de başında ki başlık ise şuanda günümüzde papaların taktığı başlığın neredeyse aşağı yukarı aynısıdır. Bir küçük detay daha vereyim, Papa seçildikten sonra parmağına taktığı yüzüğün adı; ‘’Balıkçının Yüzüğü’’… Ve papanın parmağında ki resimde de o yüzüğün taşında da bir sandal var ve sandalda da ağ atan balık tutmaya çalışan bir adam var… “KÜÇÜK CİHATTAN BÜYÜK CİHADA DÖNÜYORUZ…”Kitabınızın ilk sayfasında “Sûfi Savaşçılar/Savaş daha yeni başlıyor” kime mesaj veriyorsunuz?Bizim kitabımızı okuyanlar görecekler ki tasavvuf anlayışının toplumu birleştireceğine, toplumu birbirini kenetleyeceğine inanıyoruz. Bu tabii kenetlenme olması için; egonun, benliğin, nefsaniyetin, ortadan kalkması gerekiyor. Bir açıdan bakarsak bu da bir savaş… Öyle değil mi?Hz. Peygamber ne buyurdu? “Küçük Cihattan büyük Cihada dönüyoruz…”  Bu manada Sufi Savaşçılar… Birde anlattığım üzere; Selçuklu, Osmanlı zamanında Hankâh kurumunu anlattık. Onların Devlet sefere giderken savaştıklarını, orduya manevi olarak destek verdiklerini anlattık. Bir de orada şunu atladık; Mesela Osmanlı Ordusun da Sipahiler var. Sipahiler ise Melami Tarikatına bağlıdır. Sipahiler aşağı yukarı “Melami’dirler” Mesela Yeni Çeriler “Bektaşi’dir” Bu manada da Sufi Savaşçılar diyebiliriz…“Savaş daha yeni başlıyor” ifadesi evet çok ilginç bir noktaya değinmişiniz. Hem kitabımızın ilk sayfasın da var olan bir ifade hem de kitabımızın son bölümünün son satırında ki ifade… Biz çünkü Türk-İslam Medeniyetinin savaşının artık şuan da yeni başladığına inanıyoruz ve bunu zafer ile taçlandıracağımıza ve kazanacağımıza da inanıyoruz. Bu mesajı da kim nasıl anlamak istiyorsa öyle anlasın! Zaten izlediğimiz haberlerde ve Türkiye’nin şuan ki durumu, İslam Dünyasının şuan ki durumu evet kötü gidiyormuş gibi duruyor. Her zaman bu böyleydi… Ama “Gecenin en karanlık anı güneşin doğmaya en yakın olduğu andır…” Derler biz şuan da o andayız. Onun için savaş daha yeni başlıyor! 2013’TE KİMLER SUİKASTA KURBAN GİTMİŞ?“Ahır Dağı’nın sahibine ve bize hikâyelerini bırakana selam olsun” mesajını kime verdiniz?Ahır Dağının sahibine ve bize hikâyelerini bırakana selam olsun! Üstü kapalı bir şey söyleyeceğim… Bunu okuyucular anlasın... Yani araştırsın İnsanlar… Ben bunu hemen söylersem bunun bir tadı kalmaz çünkü. İlk 5 Bölüm hariç… 6. Bölümden 79. Bölüme kadar Kitap 2013’ü anlatıyor... Neden 2013’ü anlatıyor? Bunu okuyucuların irfanına terk ediyorum… Biraz araştırma yapsınlar. 2013’te ne olmuş? Kimler vefat etmiş? Kimler suikasta kurban gitmiş?Bu manada böyle bir şey söyleyebiliriz. Dediğim gibi kitap ilk 5 bölümden sonra, 9 günü anlatıyor. 2013 yılında geçiyor. O yılda Türkiye’de ne olmuş bir incelesinler… Bunun hikâyelerini bize bırakan kısmı için söyledim… Birde şöyle bir şey söyleyeyim; bu kitabın üstünde yükseldiği bilgileri kendisinin kitaplarından aldığımız bir Zat-ı Muhterem de 2013 yılında vefat etti. Sadece bu kadar söylersem herhalde yeterlidir. Ahır dağının sahibi ile alakalı; bizim gönlümüzle alakalı sırlar ifşa edilmemesi için vardır diyorum. HAÇLI ZİHNİYETİ, SİYONİST ZİHNİYETİ İLE YAPILAN MÜCADELEYİ GÖRECEKLERKitabınızın film veya dizi olmasını düşünür müydünüz? Bu konuda çalışmalarınız var mı?Mesela Filinta, Sultan Abdul Aziz Dönemini ve Sultan Abdul Hamit Dönemini anlatıyor. Evet, bir polisiye. Zaten onların reklamları veya söylemleri de “Bir Osmanlı Polisiyesi” diye geçiyor…Bizim kitabı da Filinta severler için şöyle söyleyeyim; aslında biz oradan kopya çekmişiz gibi algılanmasın diye bunu söylüyorum…Tabii siz durumu anladınız ama insanlar kitabı okumadıkları için yanlış anlaşılmalara sebebiyet verebilir. Konsept, ruh itibariyle Filinta ile bir benzeşmesi var… Filinta’da ki ruhun günümüzde ki yansımasıdır… Yani bizim kitapta kitabın takdimini İzmirli, Fantastik Bilim Kurgu severlerin tanıdığı Sayın; Sadık Yemni Beyefendi yazdı. O Sufist polisiye diyor. Öyle olunca evet Film bir Osmanlı Polisiyesi… Bu da bir Sufi Polisiye. Bu manada Diriliş ile alakalı sorunuza gelince… Diriliş Osmanlı’nın kuruluşu hatta kuruluşundan önce Ertuğrul Gazi zamanını anlatıyor. Oradan kurmak istediğimiz bağlantıda şöyle; O dizinin aslında yapılış amacı, insanlara diriliş ruhunu aşılamak. Bizim kitabımızda evet Diriliş Ruhunu anlatıyor. Bir Diriliş öyküsü var bizim kitapta ama Kriminal soruşturma dairesinin üyeleri bu vakayı-davayı çözerlerken Kenan Özden Başkanlığında Kenan Özden’den çok şey öğreniyorlar. İlim, irfan, hikmet öğreniyorlar. Hayatın aslında ne olduğunu, yaşamın anlamının aslında ne olduğunu öğreniyorlar. Bu manada onların o karakterlerin üzerinden bir Diriliş okuyacaklar…Çünkü o karakterlerden her birinin sorunları var… Kiminin çocuğu hasta, kimi parasız, kimisinin hanımı ile arası bozuk… Hanımı diyor ki “Bir an önce bu polisliği bırak, babam kendi dükkânında işe alacak yüksek maaşla çalışacaksın. Sürekli ölüm korkusu ile yaşamanı istemiyorum” gibi ifadeler var bunları çoğaltabiliriz. Kitapta o şahısların hareketlerinden tavırlarından Diriliş Ruhunu okuyacaklar anlayacaklar inşallah… Ve Haçlı zihniyeti, Siyonist zihniyeti ile yapılan mücadeleyi de okurken evet bu Dirilişi görmeleri mümkün olacak. FİLM DİYE YOLA ÇIKTI, ORTAYA KİTAP ÇIKTISinema veya dizi olması hakkında ise şunları söyleyebilirim. Biz bu kitabı aslında senaryo olsun diye yazdık. İşin gerçeği bizim bunu kitap yapmak gibi bir düşüncemiz yoktu. Biz bunu yazıp bitirdikten sonra Film, Yapım Şirketlerine senaristlere götürüp teslim edecektik fakat yaptığımız araştırmalarda öğrendik ki; Kitap olmadan dikkate alınmayacağını gördük, öğrendik. Onun için kitap olarak da çıktı. Fakat biz bu romanı yazarken senaryo yazım tekniklerine çalıştık. Emre Şanlı ile birlikte… Onun için mesela ilk 5 Bölümden sonrası tamamen senaryo yazım teknikleri ile yazıldı. 6’dan 79’a kadar… Gayet akıcı olduğunu söylüyor okuyanlar. Bunu niye yaptık kitap Film olursa veya dizi yapım şirketlerine senaristlere kolaylık sağlansın diye yaptık birde okuması kolay ve akıcı olsun diye yaptık. Evet, kitabımızı beyaz perde de görmek istiyoruz. Televizyonda dizi olarak izlemek istiyoruz bu konuda da Emre kardeşimiz ile düşüncelerimiz ve çalışmalarımız var. Kitabınızda vermek istediğiniz mesaj nedir? Kitabınızı neden okusunlar?Kitabın birkaç sacayağının üzerinde duruyor. Onları tek tek söylemek lazım ki; Birincisi insan odaklı bir kitap… İnsanı anlatıyor… İçtenliği, samimiliği, sevecenliği, bizden, gönüldaş olan insanları, Ehli vefa olan, samimi olan, duygusal, gözü yaşaran, yüzü kızaran, utanmayı bilen insanları anlatıyor. Bence bunlardan dolayı bu kitap okunmalı diyorum. Karakterlerin üzerinde bunu görecekler.İkinci olarak da bizim şöyle bir iddiamız var… Gerçi bunu birçok yazar-çizer profesör söyleyip dile getirdi. O da şu; “Dünyada ve Türkiye’de var olan olayların, olguların. Bazıları her şeye komplo teorisi” zannediyor ve deniliyor. Salgın hastalıklar çıkıyor, Toplu katliamlar, suikastlar, faili meçhuller oluyor sanki kendi kendineymiş gibi… Bir gizli el teorisi var. Yani aslında bu bütün olan bitenlerin bir yerlerde dizayn edildiği senaryosunun yazıldığını, sonrada sahneletildiğine inanıyoruz biz… Dünya da ve Türkiye’de olan olayları inşallah okurlar... Bu kitabı okuduktan sonra çok farklı bir pencereden yorumlayacaklar. “PERDENİN VE SAHNENİN ARKASINI GÖRMEYE ÇALIŞSINLAR”Birileri Büyük şirketlerin, büyük Devletlerin, İstihbarat örgütleri ve kuruluşlarını desteği bazı mahfiller de bazı masalarda oturuyorlar ve senaryolar yazılıyor. Bu senaryoların neticesinde ise Dünyada ve Türkiye’de enteresan, farklı ve aklımızın hafızalarının almayacağı olaylar görüyoruz. Ama kitabı okuyanlar veya bu söyleşimizi okuyacak olanlar şunu bilsinler ki; Hiçbir şey kendi kendine olmuyor… Benim okuyucularımızdan âcizane ricam… Perdenin ve sahnenin arkasını görmeye çalışsınlar. Bütün fotoğrafı görmeye çalışsınlar… Okudukları dinledikleri duydukları her habere inanmasınlar… Hatta bu Dinimizin de bir emridir… “Sizden olmayanların getirdiği haberlere inanmayın” diye Kuran-ı Kerim’de bir emridir bu. Neden okusunlar? Çünkü yıllarca Mason Locaları, İlluminati, Opus Dei, Siyonizm diye söylenmiş ve hep bunlar öne sürülmüş.  Bunlar var mı yok mu başka tartışmaların konusu fakat bir şeyleri gizlemek için en iyi reklam kötü reklam bile olsa reklam reklamdır…Siz diyeceksiniz ki Mesela “İlluminati, Masonlar, Tapınak Şövalyeleri, Opus Dei var ise bunların reklamı oluyorsa, bunların gücü yetmiyor da mı reklamlarını yaptırıyorlar. Bunları engellemiyorlar” Vatikan’ın Türkiye üzerinde ki oyunları saklanıyor. Görmezden geliniyor. Sanki Vatikan bir Din Devleti, Ruhani bir Devletmiş gibi gözüküyor… Zaten küçük toprak parçası var 1929’dan sonra Devlet olmuş. Devletçik! Gündüz nüfusu 4,505 akşam Nüfusu 900 kişi olan bir Devletten bahsediyoruz… Bunun ne gibi bir zararı olabilir diye düşünebilirsiniz ama PKK belasını Türkiye’nin başına saran kuruluşlardan birisi de Vatikan’dır. Ateizm belasını Dünyanın başına saran da Vatikan’dır. Çünkü adamlar diyorlar ki; “Müslüman olacağına ateist olsun” diyor. Dini kurum ya ateizm ile ne işi olur diye düşünebilirsiniz.Şöylede bir şey söylemek lazım bununla alakalı; Büyük şirketlerin, Televizyonların, Holdinglerin, Gazetelerin ve Dergilerin aşağı yukarı tamamına Vatikan hissedardır. Bir Din Devletinin bu hisselerle ne işi olabilir diye düşünebilirsiniz… Birde Vatikan’da bir banka vardır. ‘’Vatikan Bankası’’ Vatikan bankası aslında şuan ki muharrer Hristiyanlığa göre-bile yani tahrif edilmiş Hristiyanlığa göre bile Vatikan bankası aslında olmaması gereken bir kurum fakat papalar değiştikçe papalara hemen onaylatıyorlar Vatikan Bankasının varlığını… Mesela Venediktus istifa etti yerine geçen papanın ilk onayladığı belge Vatikan Bankasının devamı yetiyle alakalı onaydır. Bunu söylemek lazım… “VATİKAN’IN NE OLDUĞUNU DÜNYANIN TÜRKİYE’NİN BAŞINA NE ÇORAPLAR ÖRDÜĞÜ…”Birde şuna dikkat etmek lazım; Vatikan Nasıl bir Dini Kurum ise Papanın unvanlarının içerisinde imparator unvanları var… Mesela “Pontifex Maximus” Roma imparatorluğundan kalma bir unvandır… Çeşitli kitaplarda yazılmış Vatikan’daki papanın hangi unvanları kullandığı ama şu bilinse yeter… Adamın kullandığı unvanlar imparator unvanları… Özellikle Roma imparatorlarının kullandığı unvanları kullanıyorlar. Dini bir kurumun başında ki adamın imparator unvanları ile ne işi var? Ayrıca törenlerini izlediğimiz zaman altından taç taktığını ve altından tahta oturduğunu görüyoruz… Dolayısıyla Vatikan öyle anlatıldığı gibi Ruhani bir kurum değil. Vatikan bir şirkettir. Başında ki papada bir şirket patronudur… Bunu böyle okumak ve görmek lazım. Bir de bu kitabı Vatikan’ın ne olduğunu Dünyanın ve Türkiye’nin başına ne çoraplar ördüğünü anlamak içinde okuyabilirler. (ZEKİ DEMİR)
Muhabir: Haber Merkezi