Bir önceki yazımda okumanın insan üzerinde yaptığı etkileri dile getirmiştim. Aklın ihtiyacı olarak nitelendirdiğimiz okumanın, dolayısı ile bilgi sahibi olmanın gerekleri üzerinde durmuştuk. Bugün okumanın bir sonrası basamağı olan yazmak konusunu işleyeceğim, ardından da irfan sahibi olanların ancak medeniyet kurabilecekleri üzerinde duracağım.

Yeniçağ Gazetesi Yazarı Ahmet Sevgi’nin: “Vusulsüzlük ve usulsüzlük” başlıklı yazısını dün makalemde isminden bahsettiğim sevgili dostum Ekrem Yıldırım postalamışlar. Okudum, notlar aldım.  Yazar o makalesinde harika bir konuya değinmiş, ona paylaşmak istedim, diyor ki; “Lütfen kendi eğitim hayatınızı şöyle bir gözden geçirin. Size "yazmak için okumanız gerekir", diğer bir ifade ile "okumanın gayesi yazmaktır" diye telkinde bulunan bir öğretmen, bir hoca hatırlıyor musunuz? Oysa bir roman okurken bir roman yazmayı, bir hikâye okurken bir hikâye yazmayı, bir makale okurken bir makale yazmayı hedeflemiyorsanız öylesine roman, hikâye yahut makale okumuş olursunuz. Milyonlarca üniversite mezunu insanımız olmasına rağmen eli kalem tutanların parmakla gösterilecek kadar az oluşunu bu metotsuzluğumuzdan başka ne ile izah edeceğiz?”

Gerçekten de bugün kültür ve irfan sahibi çok az yazarımız var. Yani yazılarına güveneceğimiz, ufkumuzu açacak, imanımızı güçlendirecek, yol gösteren yazarlardan bahsediyorum.

MARİFET İLTİFATA TABİDİR

Şimdi yazmak gerçekten zor bir iş ve sorumluluk ister. Yazdıklarınızdan da hesaba çekileceksiniz. Eğer bir yazar olarak ortaya çıkmışsanız, fikirleriniz tutarlı olmalı ve toplumu iyiye ve güzele yönlendirmeli, hatta ihlas ile yazıp, gerekirse fikir aşısı bile yapabilmelisiniz.

İşte şehrimizin yetiştirdiği bu kalemlerdin birinden sizlere bahsedeceğim. Her gün yazılarını okurum, ara ara tebrik de ederim. Kendimden biliyorum ki marifet iltifata tabi olduğu için yazma azmimiz artıyor.

Ahmet Doğan İlbey kardeşimden bahsediyorum. Birkaç gün önceki köşesinde; “Kütüphanelerdeki kütüphaneydi” başlıkla yazı kaleme almış.  Beyazıt Kütüphanesi’nin müdürü olan mütevazı müderris İsmail Sâib Sencer (1873-1940)’den bahsetmiş. Der ki Sencer âlimliğinin yanında hâfızası ile meşhurdur. Yerli âlim ve Batılı müsteşriklerce “ayaklı kütüphane, kütüphanelerdeki kütüphane, fihrist-i ulûm, canlı bibliyografya” diye hitap edilen kitap allâmesi bu güzel insan kitap sevdasından dolayı hiç evlenmemiş, vefatına kadar kütüphânelerin odalarında ömrünü tamamlamış. Beş dil bilmesinin yanında, İstanbul kütüphanelerinin bütün kitaplarının adını, aranılan bir kitabın kütüphanenin hangi rafında yer aldığını, sorulan mevzuun kitapların hangi bölümlerinde olduğunu ve sayfa numaralarını tereddüt etmeden bilen birisidir…” İşte yazmanın, araştırmanın ne kadar önemli olduğunu bu yazı ile anlıyoruz. Onun hayatından kendime ayna tuttum ve ne kadar az okuduğu anladım.

İRFAN SAHİBİ OLMAK

Okumak insanı irfan sahibi yapar mı, tartışılır ancak bir kültür insanı yapar. Cemil Meriç der ki; “Gerçek kültür bir tutkudur, insana inanıştır, kendini insanlığın kaderinden sorumlu tutuştur. Bir sevgidir kültür, insanın kendi kendini fethidir…

İrfan ise düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelimedir, insan oğlunun has bahçesi, ayırmaz birleştirir bu bahçe…

Dikkat buyurun! “İrfan sahibi insan bu bahçeye girdiğinde kini susar, duvarlar yıkılır, anlaşmazlıklar sona erer. Tabi irfan da kendini tanımakla başlar. Kendini tanımak ise önyargıların köleliğinden kurtulmaktır. O ileri bir nefis terbiyesidir!

Toparlayalım, önce okumak gerek dedik, ardından yazmanın önemini vurguladık, sonra bunların insanı kültür sahibi yapacağından, ardından ise zirvesi olan irfan sahibi olmaktan bahsettik.

Şimdi arkanıza yaslanan, bütün bunların hedefinin ise kendini tanımak ve bunun için de nefis terbiyesinin gerekli olduğunu vurguladık.

Değerli dostlar, Allah’ın ilk; “Yaratan Rabbinin adı ile okumaktı. Bizler ise o-ku-muyoruz. Oysa büyüklerimiz ne buyurmuş. Ya öğrenen ol ya öğreten ya da dinleyen, sakın dördüncüsü olma.

Genel olarak baktığımızda her şeyden şikâyet ediyoruz, başta siyasilerden, olabilir o da gerekli ancak onlardan önce kendimizden, nefsimizden şikayetçi olmamız gerekmiyor mu?

Kalın sağlıcakla.