Kur’an bize yol gösteren bir nurdur. Bir kula gerekli olacak bütün bilgileri içinde bulabilirsiniz. Temizlikten, cihada; barıştan, hukuka her doğruyu onda bulabilirsiniz. Zaten Efendimiz(sav)’de vefatından önce, size iki emanet bırakıyorum, “Biri Kur’an, diğeri sünnetlerim diyor değil mi? Bugün İslam dünyasına bakın, paramparça ve başsız, nereden bir rüzgâr gelse eğiveriyor başını! Neden mi? Kuran şöyle buyurur bizlere; "Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!" diye Nûh'a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim'e, Mûsâ'ya ve İsâ'ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslam dini), Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır. ﴾13﴿ Bu ayetin tefsirini yapanlardan birkaç cümlenin altını çizeyim; Hemen bütün müfessirler burada din kelimesinin ilâhî dinlerin tamamını ifade eden geniş anlamıyla kullanıldığı kanaatindedirler. Bu dinlerdeki bütün hükümlerin diğerlerinde aynen korunmadığı ve önceki ilâhî dinlerde yer alan amelî hükümlerin hepsinin Hz. Muhammed’in ümmeti için teşrî‘ kılınmadığı da bilinmektedir. Dolayısıyla burada geniş anlamıyla dinin bir kısmının kastedilmiş olması gerekir. Bu kısmın ise bütün ilâhî dinlerdeki müşterek hükümler olduğu açıktır. Başta kuşkusuz tevhid inancı gelmektedir. Aynı şekilde meleklere, vahiy olgusuna (ilâhî kitaplara), peygamberlik müessesesine ve âhiret hayatına inanmak da ortak akîde esaslarındandır. Bunların yanı sıra temel ahlâk ilkeleri, ayrıntılarında farklılıklar olsa da namaz vecîbesi ve belirli yakınlık derecesinde olanların evlenme yasağı gibi bazı amelî hükümler bütün peygamberlerin toplumlarına bildirdiği ve uyma çağrısı yaptığı hususlardır. Âyette kutlu peygamberler zincirinin dönüm noktası özelliği taşıyan halkalarına ismen yer verildiği görülmektedir: İnsanlık tarihinde önemli bir başlangıcı temsil eden Hz. Nûh, çok tanrıcı inançların her tarafı sardığı bir ortamda tek Tanrı inancının ihyası için görevlendirilen ve halen mevcut üç büyük ilâhî din mensuplarının atası olarak bilinen Hz. İbrâhim ve bu üç dinin peygamberleri Hz. Mûsâ, Hz. Îsâ ve Hz. Muhammed (Bu âyette ve Ahzâb sûresinin 7. âyetinde bu peygamberlerden özel olarak söz edildiği için, bazı İslâm âlimleri Ahkaf sûresinde geçen “ülü’l-azm” tabiri ile, anılan beş peygamberin kastedildiği yorumunu yapmışlardır; bk. Ahkaf 46/35). Ayette Hz. Nûh zikredildikten hemen sonra vahiy zincirinin son halkası olması itibariyle Hz. Muhammed’e hitap edilmesi ve ona vahyedilenden söz edilmesi de dikkat çekicidir. Yukarda açıklandığı üzere, burada bütün ilâhî dinlerin temel hükümlerindeki, özellikle inanç ve ahlâk ilkelerindeki müşterekliğe değinilmekle beraber, âyetin devamında bunların da varlığını korumasının vazgeçilmez şartı olan bir ilkeye vurgu yapılmaktadır: “... ki o dini ayakta tutasınız, o konuda tefrikaya düşmeyesiniz.” Âyetin bu kısmını “... ki bunların özü, dine özen gösterme ve o konuda parça parça olmama gereğidir” şeklinde tercüme etmek de mümkündür.“O, ‘Dine özen gösterin ve o konuda parça parça olmayın’ diye Nûh’a buyurduklarını, sana vahyettiklerimizi, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya buyurduklarımızı sizin için de dinkıldı.” Râzî, parçalanmama buyruğunu “Çok tanrıcı inançlara saparak parçalanmayın” şeklinde açıklar (XXVII, 156; din kavramı hakkında bilgi için bk. Bakara 2/256; Âl-i İmrân 3/19). “Kendilerini davet ettiğin bu din müşriklere ağır geldi” anlamındaki cümle müfessirlerce daha çok Mekke putperestlerinin yeni din çağrısını içlerine sindirememeleri olgusuyla açıklanır. Bunun sebebi olarak da Kur’an’ın, Resûl-i Ekrem’in tebliği karşısında müşriklerin tavrına ilişkin verdiği bilgiler ışığında şu hususlar hatıra gelmektedir: Bu çağrının Hz. Muhammed gibi bir beşer tarafından, hele onların değer yargılarına göre toplumda üstün bir konuma (özellikle büyük bir servete) sahip olmayan mütevazi bir kişi vasıtasıyla yapılmış olması; Resûlullah’ın bir anda toplu bir kutsal kitap getirmemesi, tebliğ işine melekler indirmek gibi olağan üstülükler içeren gösterilerle başlamaması; Kur’an’ın çok tanrı inancını mahkûm edip insanları tevhid inancına yöneltmesi ve gönüllere âhiret bilincini yerleştirmesi, bunun ise müşrik ileri gelenlerinin şirke dayalı kurulu düzenlerini ve çıkarlarını tehdit etmesi.“Allah (dini tebliğ için) dilediğini seçer” şeklinde çevrilen cümlede “ona” anlamına gelen ve meâle yansıtılamayan bir zamir bulunmaktadır. Bu cümleyi bazı müfessirler, “Allah, seçilmeye lâyık olanları seçip kendisine yaklaştırır, onları nezdine celbeder, toplar” şeklinde açıklamışlardır.( Hayrettin Karaman/Kur’an Yolu Tefsiri) Tefsir uzun, bizde uzatmak istemeyiz. Gördüğünüz gibi, biz insanlar birleşmeyi seçmek yerine, ayrılığı tercih etmişiz. Bir Allah’a inanmak yerine, yeni ilahlar(şirk)’e yönelmişiz. Bütün dinlerin şartları aşağı yukarı aynı oymasına rağmen, ibadetlerden uzaklaşmışız. Sizin anlayacağınız, sorun bizlerde. Allah bizleri affetsin. Kalın sağlıcakla.