Kitapları okurken, yazar ile kimi zaman fikir bağları kurarsınız. Şimdilerde Cemil Meriç’e yoğunlaştığımız için, benzer yönlerimiz olduğunu gördüm. Onun söylediği gibi bizim hayatımız öğrenme ve öğretmekle geçmiş. Siyaset ile aramız çok sıcak olmamış. Politikalar üstü bakmışız hadiselere…

Zaten onun da ifade ettiği gibi kendimde ne sağcı oldum, nede solcu. Oysa bizim gençlik dönemimizde, bu saydıklarımdan birinden mutlaka olmanız gerekiyordu. Sağcısın dediler bana, neye göre sağcıydım bilmiyordum. Eğer sağcılık vatanı, bayrağı, kutsallarını ve insanı sevmekse evet ben sağcıydım ama solcu dedikleri insanlarda aynı şeyleri seviyorlardı biliyordum.

Enteresandır geçmişli yıllarda sağcı dedikleri insanlar (seksenli yıllardan bahsediyorum) kimlerin yanında durduğu iddia edilmiş ise, şimdi ki solcular da o kimseler ile kol kola geziyor. Yani batıcı geçiniyorlardı. Oysa, biz ne sağcı ne solcuyduk, bir davamız vardı tarihte...

Öyleyse neyi bölüşemiyorduk? Hani ortak paydamız ülkemizdi. Bunun için bir araya gelmeli değil miydik? Gelemedik, çünkü vahdet şuurunu kaybetmiştik…

RÜYALARIMIZ DA AYNI

Meriç bütün hayatının sonunda benimkine benzer bir rüyadan bahseder, evet onun rüyası benim de hayallerimdi. Der ki Meriç; “Dedim ya sağcı ve solcu gibi sınıflandırmaları hiçbir zaman benimsemedim. Bunlar hakikati kapamaya yarayan uydurmaca mefhumlardır. Bilhassa sosyal sınıflara ayrılmamış bir ülkede sağcı, solcu ne demek. (Tercüman 20.9.1984)

Meriç birleştirici bir aydındır, bakınız ülkemizin en büyük sorunu olarak neyi görür?

Bugüne kadar Türk aydınları arasında diyalog kurulamamıştır… Oysa eğitim, aydınların fildişi kuleden çıkıp, düşüncelerini birbirlerine aktarmaları değil midir? Gerçekleşmesini canı gönülden istediğim bir rüya bu. (Tercüman Gaz- Cemil Meriç Bu Ülke s. 62)

Meriç, kalemle, düşünceyle, tefekkürle ulaşılacak fetihlerden bahsediyor. Yani aydınlarımızın bir araya gelip, sorunlarımızı masaya yatırıp, doğru reçete ve çözüm önerileri üretmelerini bekliyor.

Peki bu olabilir mi? Bu siyasi anlayışla olacağına inanmıyorum, akşam partilerin açıklamalarına baktığınızda sizde belki benim gibi düşüneceksiniz. Neden mi ayrıyız? Dikkat buyurun yıllardır belirttiğim gibi: “Sağ okumuyor. Boşuna bağırıyorum. Sol diyalogdan kaçıyor, küskün. (Jurnal 28.07.1974)

Yani diyorum, bir gün sağ ile sol partiler bir araya gelirde, şu pandemi sürecinde hiç olmazsa anlaşarak, bizi ekonomik sıkıntılarımızdan, sosyal hastalıklarımızdan tutup çıkartabilirler mi?

Yani aşı konusunda bile ikiye ayrılmışız, sonra bu kadar aydın, Prof. ve bilim adamı var iken, şaşırmamak elde değil! AYNI YÖNE BAKMAK BU KADAR MI ZOR!

KENDİMİZ GİBİ OLMALIYDIK

Onunla başladık, onunla devam edelim bu günkü fikir yolculuğumuza. Meriç bugünkü yaşadığımız sorunları biraz da aydınlarımızın milli olmayışına, çoğunun batı hayranı oluşuna bağlar yazılarında.

Biliyorsunuz batı hayranlığı onlarla aramızda derin uçurumlar olmasına rağmen, Osmanlının son döneminde yayılmış şu asırda bile bütün yaşananlara rağmen bu hayranlık devam etmektedir.

Bu değişimi özellikle de aydınların durumunu Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığı kitabında(s27) şöyle açıklar: “Elbette imparatorluğun yükseliş devrinde aydın, toplumun herhangi ferdidir, zevkleri ile, zilletleri ile, mukaddesleri ile, acıları ile… Kadıdır, müftüdür, tahrirat katibidir v.s.

Toplumun herhangi bir ferdiyle aynı camide namaz kılar, aynı sofrada yemek yer. Ne imtiyaz peşindedir. Tanzimat’tan sonra durum değişir. Aydın kendi tarihinden koptuğu ölçüde aydındır; kendi tarihinden, yani kendi insanından. Batı’nın temsilcisi olduğu ölçüde aydın.

Batı medeniyetine bağlanmak, deri değiştirmekle olmaz. Daha köklü, daha uzvi(doğal) bir istihale(İstihâle, necis veya haram bir maddenin yapı değişimine uğrayarak temiz (tâhir) veya helal hale gelmesidir) gerek…”

Bugüne dönüyor, günümüz aydınlarına bakıyorum, çok azı müstesna yine batıcı, işte bundan olsa gerek fikri kıblemizi kaybetmişiz. Oysa biz kendimiz gibi olmalı değil miydik?