İnsan zamanı durduramıyor. Akıp gidiyor elinden. Esiyor hayat savuruyor insanı her telden. Bazen hüzün, sevinç, hayal kırıklığı, öfke, nefret, acı... Varlığımızda olan tüm ruh halleriyle sarmalıyor insanı hayat. İnsan en çok da olumsuz duygular tazyikli şekilde geldiğinde ne olduğunu şaşırıyor, ne yapacağını bilemiyor, çaresiz kalıyor insan. Bu sıkışmışlığın içinde ayakta kalmaya devam ediyor. Bir yanım acı ile devam ederken bir yanım güçlü olmaya çalışıyor. İki yanımı kullanmak beni zorlayabilir. Hatta dengeler şaşabilir. Yani tamamen duygularımda dibe vurup hayata devam edemeyebilirim. Ya da acımı yok sayıp güçlü görünme çabasına girebilirim. Bunların hepsi dengede olamayışımdan. Hayatı hep olumlu sanmaktan. Hiç acı yaşamayacak zannettiğimden. Gelen darbeler sert geldiğinde o zaman anlıyorum ki sandıklarım sadece bir yanılsamadan ibaret. Belki de bu tecrübe ile ben yaşamı öğrenmeye başlıyorum. Acı karşısında “ne yapabilirim?” sorusunu yaşayarak görüyorum. Bu varoluş sancısı beni yoruyor dediğinizi duyuyor gibiyim. Evet, yoruyor . Fakat bu yorgunlukları ve kahırları yaşamadan da insanın içsel sürecini yani deneyimini tamamlayamıyor. Her tecrübe bizlere yeni bir ufuk açıyor. Kapanan kapının ardında açılmış olan bir kapının olması gibi. Yağmurlu bir havadan sonra güneşin açması gibi. Aslında varlığıma şükrederim beni acıyla yoğurup mutlu sona ulaştırdığı için. Yoluma dikenler koysa da güllerini verdiği için. Şikayet etmek yerine yaşamı olduğu gibi kabullenmek. Varlığımın özünde acı çekmeyi, üzüntüyü, hayal kırıklığını, sevinci vs… tüm halleriyle kabul edip yaşamaya gönüllü müsün? Hayattaki zorlukların üstesinden gelmeye gönüllü müsün? Tüm acıları bir dost bilip hayatla dans etmeye gönüllü müsün? Kısacası varlığını olduğu gibi kabullenmeye gönüllü müsün? Evet ise cevabın hayata, özüne, kendine ve evine hoş geldin.