Çocuk terbiyesi en zor işlerden biridir. Zor olduğu kadar da fay­dalı ve sevap bir iştir. Çünkü öğretme ve terbiye işini dinimiz bize vazife olarak yüklemiştir. Bizden sonra öğretme işini onlar devam et­tireceklerdir. Bu faydalı işi yaptığı sürece öğretenlere sevap yazılma­ya devam edilecektir. Hadiste, “Bir Müslümanın evladı ibadet edince, kazandığı sevap kadar, babasına da verilir. Bir kimse çocuğuna günah işler öğretirse, babasına da o kadar günah yazılır” buyrulmuştur. 

Bunun için çocuk terbiyesi üzerinde nefret ettirmeden önemle durulmalıdır. Şiddetten ve sertlikten kaçınılmalı, terbiyede orta yol tutulmalıdır. Yavaş yağan rahmet yağmuru, yeri kabartır ve toprağın derinliklerine kadar iner. Sağmak yağan yağmurlar, ekinleri ve top­rağın en verimli kısmını alıp götürür. Bunun için Yunus Emre, “Söz var kese savaşı, söz var kestire başı, söz var ağulu aşı, yağ ile bal eder bir söz” demiştir.

İfade etme biçimi çok önemlidir. Mesela “oğlum/kızım kalk na­maz kıl, yoksa cehenneme gidersin” yerine, “gel beraber namaz kı­lalım, beraber cennete gidelim” denmelidir. Çocuğa tavsiye edileni, bizzat tavsiye eden tatbik etmeli, çocuğa örnek olmalıdır. 

Doğru, çocuğun anlayacağı biçimde ifade edilmelidir. Çocuğun seviyesine inerek onun anlayacağı biçimde ifade edilmelidir. Çocu­ğun seviyesine inerken de çocuklaşıp yüz göz olunmamalıdır. Yoksa sözünü dinletmekte güçlük çekebilir. 

Terbiyede sertlik, iyi netice vermez. Çocuk korkutarak değil sev­direrek eğitilmelidir. Peygamberimizin on sene hizmetinde bulunan, Enes bin Malik, “On sene hizmetinde bulundum. Beni inciten, sert söylediğini duymadım.” demiştir. 

Aşırı sertlik, ölçüyü kaçırmak, ileri gitmek olur. Hiç ses çıkar­mamak ve hatalarına göz yummak da eksikliktir. İfadelerde tatlı set olunmalıdır. Devamlı sertlik, çocuğun üzerinde olumsuz etki yapar. 

Çocuk terbiyesinde başarılı olmak için, önce anne-babanın İslam’ın terbiye sisteminden haberdar olması, iyi örnek olması la­zımdır. Çocuk, anne-baba elinde emanettir. Çocukların temiz kalp­leri, açık zihinleri vardır. Mum gibi, her şekil verilebilir. Temiz top­rak gibidir; temiz toprağa hangi tohum ekilirse onun meyvesi alınır. 

Bir babanın, evladını cehennem ateşinden koruması, dünya ate­şinden korumasından daha önemlidir. Çocuğun maddî ihtiyaçları karşılandığı gibi manevî eğitimi de verilmelidir. Bu hususta, “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim, 6) buyrulmuştur. 

   Zamanımızda hemen hemen her aile, çocuklarının kendilerini dinlemediklerinden şikâyetçi olmaktadırlar. Ana-babanın, çocuğu­na söylediği sözlerin ve nasihatlerin tesirli olması için, önce kendi­leri, söylediklerini yaşamalıdırlar. Yani ana-baba, çocuklarına “yalan söylemeyin, yalan söylemek zararlıdır” derken, kendileri de bu işi yapmamalıdır. Yoksa inandırıcılığı ve sözün tesiri olmaz. 

  “O gün ben Bal Yemiştim”

İmam-ı Azam Ebu Hanife zamanında bir ailenin çocuğu fazla bal yemekten hasta olur. Babası çocuğunu alıp İmam-ı Azam hazretle­rine götürür. Bal yememesini tavsiye etmesini ister. İmam, çocuğun kırk gün sonra getirilmesini ister. Adam, “bir hikmeti vardır” diye­rek evine geri döner. Kırk gün sonra çocuğu tekrar götürür. Bu sefer İmam-ı Azam hazretleri çocuğu karşısına alıp, “Evladım, sakın bir daha fazla miktarda bal yeme” diyerek nasihat eder. Çocuğun babası, “İş bu kadar kolaydı da, neden ilk geldiğimizde bunu söylemedin” der. İmam-ı Azam, “O gün, ben bal yemiştim, çocuğa ‘bal yeme’ de­sem sözümün tesiri olmazdı. Vücudumda balın tesiri oldukça, ya­pacağım nasihatin bir faydası olmazdı. Bunun için, kırk gün sonra gelmenizi istedim.” der. 

Bir baba, çocuğuna, evde olduğu halde “babam evde yok” de­dirterek, çocuğu yalana alıştırmamalıdır. “Oğlum/kızım sana yarın dediğini alırım” dedikten sonra unutmadığı halde, “Unuttum, son­ra alırım” diyerek çocuğa, aldatılmış olduğunu hissettirmemelidir. Çünkü herkes ektiğini biçer. Hatta rüzgâr eken fırtına biçer.