Geçen hafta Alman Murad (Wilfried) Hofmann’ın nasıl Müslüman olduğunu yazmış, O’nun Müslüman olmasına sebep olan ve Kur’ân’ı ilk okuyuşunda, onu yıldırım gibi çarpan ayeti paylaşmıştım.

O ayet üzerinde şöyle biraz tefekkür ettim. Ne buyuruyordu Cenabı Allah(cc)“Hiçbir günahkâr, bir başkasının günâhını yüklenmez!” [Necm: 38].

Dikkatlice düşündüğünde, bu ayetin iki temel prensibi içerdiğini fark ettim. Birincisi aktarılan ve tevarüs edilen hata ve günah yoktur. İkincisi ise herkes, kendisinden ve yaptıklarından bizzat sorumludur ve hesap verecektir.”

Bizim şehrimizde de büyüklerimiz : “ Ak koyun ak bacağından, kara koyun kara bacağından asılacaktır!” diyerek. Suçun kişiyi bağladığına işaret ederlerdi.

Önceki gün de bir dostumuz, son gelişen olayları hatırlatarak, ulusal bir gazetenin köşe yazarının makalesini paylaşıp. Yazıda, bir kişinin hatasından dolayı neredeyse o camianın içinde bulunduğu tüm kişileri töhmet altında bırakılmış, cahil gösterilmişti.

Sonrasında o kardeşime suçun kişiyi bağladığını belirterek, yukardaki ayeti gönderdim ve bir kişi bahane edilerek, aynı inancı  ve fikri paylaşan kişilerin suçlanamayacağını mesajını atarak, yanlış bir bakış açısı içinde olduğunu vurgulamıştım. ..

AMA MÜSLÜMANIM DİYORSAK

Doğunun bilge şaire Muhammed İkbal, bir yazısında Müslümanların içinde bulunduğu durumu eleştirir ve der ki: “ Müslümanların tekrar Müslüman olması gerekir!”  

Bence de, çünkü bir ayette de yine Cenab-ı Allah buyurur ki; “ Ey iman edenler, iman ediniz!” Bu  veciz söz ile ayeti yan yana getirip düşündüğümüzde, dost doğru bir yolu seçmiş Müslümanların, seçtikleri yolda yürümeleri gerektiği şeklinde net bir sonuç ortaya koyabiliriz diye düşünüyorum.

Evet, Müslüman kimliği ile ortaya çıkan insanlar her bakımdan model olmaları gerekir.

Bizler bunu tam manası ile yapıyor muyuz? Yapan da var, yapmayanlarda… Yakın çevremde  İslamı yaşayan adil, dürüst, çalışkan, ibadetlerini yapan, yardımsever insanları ben tanıyorum.

O yüzü nurlu insanlarımızın sayısını çoğaltmak durumundayız. Yani bir hacı hata yaptığında bunu tüm hacılara mal etmek de doğru değildir.  

Burada Hz Ömer’e kulak vermek gerek: “ Dininizi iyi öğrenin, yoksa yaşadığınızı din sanırsınız!”  Peki burada kimi vazife düşüyor. Öncelikle anne, baba ve öğretmenlere ve en önemlisi de kendilerini ilahiyatçı diye tanıtan ilim insanlarına vazifeler düşer.

İLİM EHLİ AZALDI

Tabi ölçüleri bilmeyince, yanlışlarımız da artıyor. Peki ölçüleri biz kimden öğreneceğiz. Öncelikle vazife bize düşer. Sonra da ilim ehlinden dinlemek gerekiyor, bilemediğimiz konuları.

Yazar Mustafa Yürekli, önceki gün “Nüfus arttı ama alim azaldı!” başlıklı yazısında(25.11.2020)

“Uygulanan yanlış politikalar yüzünden, dini hayatta görev yapan İslam alimi sayısı gittikçe azaldı ve alimlerin nitelikleri de gün be gün düştü.

 Üniversitelerde yapılan sosyal bilimler araştırılmalarındaki tespitlere göre; nüfusun 1923’ten 2020’ye, yüz yıl sonra, 13 milyondan 5, 6 kat, yani 70 milyon artarak 83 milyona ulaştığı saptanmaktadır. Böylesine devasa nüfus artışına karşın ihtiyaç duyulan İslam aliminin sayısı her yıl biraz daha azalmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı,  imam hatipten müftüye kadar geniş bir görev yelpazesinde personele ihtiyaç duymaktadır…” bu konuya dikkat çekmişti.

Peki sonuç, dinimizi doğru kaynaktan öğrenemeyince, yaşadığımızı din sanıyoruz!” 

Yani başlıyoruz yanlışlara, mesela bir cemaatten bir kişi yanlış işler yapıyorsa, cemaatin tüm üyelerine çamur atılabiliyor. Olmaz kardeşim, suçu kim işlemişse, sorumlu olan da o insandır…

Ha çok önemli bir konuyu daha ifade edeyim, insanların suçunu, günahını araştırmak da doğru değil. Gece gibi olup örtmek gerekir. Örtemiyorsan da, bari gıybetini yapma, git yüzüne karşı mücadeleni yap, bilmem anlatabildim mi?

Peki kalın sağlıcakla.