Hürriyet yazarı Sedat Ergin, bugünkü köşe yazısında, Sağlık Bakanlığı'nın her akşam açıkladığı turkuvaz tabloda yine rakamların açıklanacağını ifade ederek, "Ölülerimiz o tablonun içinden son kez veda edecekler hepimize, salgından kayıpların kanıksandığı, olağanlaştığı ülkelerine..." diye yazdı.

Engin, her gün ölüm olgusuyla yaşandığını vurgulayarak, "Belki de “Yasımızı tutmayı unutmayın” diye sesleniyorlardır, duyuyor musunuz?" dedi.

Sedat Ergin'in bugünkü köşe yazısından ilgili bölüm şöyle:

Doktorunuz, kanınızdaki oksijen oranı kritik eşiğin altına düştüğü için akciğerinizin desteksiz çalışamayacağını söylüyor. Artık entübe edilmeniz, solunum cihazına bağlanmanız gerekiyor.

COVID-19 hastası olarak başka bir seçeneğiniz yok. Ağzınızdan içeri sokularak nefes borunuzdan akciğerlerinize doğru yerleştirilecek bir borudan verilecek oksijenle sizi hayata bağlamaya çalışacaklar. Bu sıkıntılı işlemi yapabilmek için önce anestezi ile sizi bayıltacaklarını söylüyorlar.

Birazdan bilincinizin kapanacağı gerçeği ile karşı karşıyasınız. Bilincinizin bir daha açılıp açılmayacağını bilmeden son bir kez çevrenize bakıyorsunuz.

Hasta yatağınızın çevresinde toplanmış yoğun bakım uzmanı doktor, kısa bir süre sonra anestezi ve ardından entübasyon işlemlerine katılacak sağlık personelini görüyorsunuz.

Bu, yoksa hayata son bakışınız mı?

Sonrasında bilincinizin kapanmasıyla birlikte girdiğiniz o derin uykuda ölüm ile yaşam arasındaki belli belirsiz bir çizginin üzerindeki yolculuğunuz başlıyor. Çizginin öbür tarafına da geçebilirsiniz, bu tarafında da kalabilirsiniz.

Bazen yeniden gözünüzü açabiliyorsunuz. Çok uzun sürmüş, kaybolmuş bir zamanın ardından uyandırıldığınızda, yapılan kontrolden sonra doktorunuz artık desteğe ihtiyacınızın kalmadığını söylüyor. Rahat nefes alabildiğinizi hissediyorsunuz. Şanslısınız, hayata döndünüz...

Ancak bazen bağlandığınız monitörün ekranında kalp atışlarınızı gösteren düzenli ritmik hareketler birden düz bir çizgiye dönüyor. Düz bir çizgi ve onu tamamlayan kesintisiz düz bir ses...

Doktorlar, sağlık personeli, sizi hayata döndürebilmek için canhıraş bir şekilde son bir müdahalede bulunuyor. Kalp masajı yapıyor, elektroşok veriyorlar. En sonunda kardiyolog bir EKG’nizi çekiyor. Düz çizgi tekrarlarsa artık (Ex) olduğunuza kanaat getiriliyor.

Ex, Latincesiyle Exitus... Çıkış yapma, ayrılma, yani ölüm... Anestezinin etkisiyle bilincinizi kaybederken çıktığınız yolculuktan “exit” yaptınız.

Ölüm raporunuz düzenleniyor.

Şimdi gerçekçi olalım. Muhtemelen hastanede entübe edilmek için sırada bekleyen durumu çok sıkıntılı başka hastalar var. Cesedin son işlemlerin ardından süratle morga kaldırılması gerekiyor.

Akşam Sağlık Bakanlığı’nın açıklayacağı turkuvaz tablodaki günlük “Vefat Sayısı” sütununun altındaki toplam bir sayı daha arttı.

Oysa dün akşamki tabloda “Ağır Hasta” bölümünün altında gösterilmiştiniz.

Önceki akşam Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan turkuvaz tabloda 55 bin 149 yeni vaka duyurulurken, vefat sayısı 341 olarak verildi.

Evlerinde oturan insanlar, televizyonda haberleri izlerken ya da başka programlara bakarken ekranın altından şerit halinde geçen haber başlıklarında bu rakamı gördü birden: Vefat Sayısı: 341...

Pek çok insan çaresizlik içinde “Ne kadar yüksek çıktı yine...” diye üzüntüsünü dile getirdi.

Sonra televizyon ekranlarındaki akış ve günlük hayat devam etti... Bilgi yarışmaları, diziler, şovlar, filmler, tartışma programları...

Dün sabah gazetelerde de birinci sayfalarda tek sütun ya da altta bir bant halinde duyurulmuştu 341 vefat... Bu arada, Avrupa’da yeni bir süper futbol liginin kurulması bayağı bir tartışma konusuydu.

Üstelik, COVID-19’dan ölenlerin gerçek sayısı muhtemeldir ki paylaşılan bu resmi sayının da üstündeydi. Ancak açıklandığı kadarıyla da yeteri kadar korkutucu değil mi?

Şöyle bakalım hadiseye. Geçen 30 Ekim tarihinde İzmir’de meydana gelen 6.9 şiddetindeki depremde toplam 117 vatandaşımız enkaz altında kalarak hayatını kaybetmişti. Türkiye’nin gündemi günlerce bu doğal felakete kilitlendi, kaybettiğimiz insanların yası tutuldu günlerce.

Evet, ölüme uzanan sonuçlar üzerinden varsayımlarda bulunmanın çok rahatsız edici göründüğünü biliyorum. Ama yine de durumun ciddiyetini hissettirebilmek için bu yola başvurmaktan başka bir çare yok. Bir an 30 Ekim depreminden çok daha şiddetli bir sarsıntı olduğunu ve bunun üç katı insanın öldüğünü varsayalım.

Bunu düşünmemize, varsayım kurmamıza falan ihtiyaç da yok. Önceki gün aslında buna yakın bir büyük felaketi yaşadık. Tam 341 insanımız hayata gözlerini kapattı COVID-19 yüzünden.

Üstelik bir gün önce (pazar) yine bir felaket yaşandı. Ölü sayısı 318’di. Ondan önceki gün (cumartesi) 288. Ondan bir önceki gün (cuma) 289. Ondan önce 297 (perşembe)... Böyle gidiyor...

Kabul edelim ki, her gün bunun gibi bir büyük felaket meydana geliyor, ancak çoğumuz COVID-19’a kendimiz yakalanmadığımız sürece bizim çok uzağımızdaymış gibi davranıyoruz.

Gerçekte her gün bu ölüm olgusuyla birlikte yaşıyoruz. Kendi meşguliyetlerimiz içinde hayatlarımızı sürdürürken, her saat zarfında 10-15 vatandaşımız hastanelerin yoğun bakım ünitelerinde COVID-19 nedeniyle son nefesini verip ölüm raporu düzenlendikten sonra morga sevk ediliyor.

Kuvvetli bir ihtimal, bu yazıyı okumayı bitirdiğinizde ya da az bir süre sonra bir vatandaşımız daha Türkiye’nin herhangi bir köşesindeki bir hastanenin yoğun bakım servisinde bu nedenle hayatını kaybetmiş olacak.

Ve akşam turkuvaz tabloda yine rakamlar açıklanacak. Ölülerimiz o tablonun içinden son kez veda edecekler hepimize, salgından kayıpların kanıksandığı, olağanlaştığı ülkelerine...

Belki de “Yasımızı tutmayı unutmayın” diye sesleniyorlardır, duyuyor musunuz?

Editör: Haber Merkezi