Daha saç ekiminin bilinmediği bir tarihte aynıyle vaki bir olayın hikayesidir bu. Ben Sayın Yusuf Doğdu'dan aldım. Kendi üslubumla yazdım. Yusuf Doğdu'ya teşekkür ediyorum. Buyurun birlikte okuyalım:

Adı Mehmet Yan. Namı diğer Keloğlan. Isbalılı’ydı. İsmiyle müsemma bir garip adam. İyi bir çoban. Kara kuru. Şakacı. Elleri nasırlı. Güçlü kuvvetli. Tuttuğunu koparır. Dudakları yakıcı güneşten yalama. Tarama özürlü. Kel. Ona sebeptir Keloğlan’lığı. İncesu havalisinde Keloğlan dendi mi ilk o akla gelirdi. Mehmet Yan’ı kimseler bilmezdi. Sürü yönetiminde mahirdi. Koyunun, kuzunun, keçinin dilinden iyi anlar, halinden bilirdi. Çobanlıkta nam salmıştı İncesu havalisinde.

Mehmet Yan Sarıkürüklü’de çoban. Sarıkürklüler Keloğlan’dan memnun. Keloğlan onlardan. Geçinip gidiyorlar. Sarıkürklülü İsmail Çavuş çok şaka yapar Keloğlan’a. Bir bakarsın yatağının altına keven koyar. Bazen bazlamanın arasına çöp sokar. Keloğlan dayanırdı şakaya, kendisi de şaka yapmaktan hoşlanırdı. Bazen çocukların elini tutar, bırakmazdı. Elini ısırırdı yeni yetmeler. O oralı olmaz. Bas bas bağırtır. O bırakmazsa ellerini kurtaramazlar.

Sarıkürklülü Çullemmi. O da garibandı. Asıl adı Salih Külahçı. Belki de bir çuldan başka bir şeyi olmadığı için “Çullu” demişlerdi ona. Köy yerinde lakabı olmayan kimse yoktu ki. Kimse de lakabından dolayı gocunmazdı . Çok iyi ata biner, atını kendi nallardı. Uzun boyluydu. Yılların çilesini onun da yüz çizgilerinden okumak mümkündü.

Tütün tiryakisiydi. Tabakasını yanından hiç ayırmazdı. Hoş sohbetti, güler yüzlü ve şakacıydı.

O yıllar yokluk yılları. Elektrik yok, su yok, yol yok. Velhasıl köyde ne arasan yok, yok, yok... Çullemmi bir gün atına bindi. Sürdü Karasaz’a, Hanyeri’ne geldi. Muslu Pınarı’nın başına çingeneler gelmiş, çadırlarını kurmuşlar.

Çullemmi atından indi. Vardı yanlarına:

-Hoş geldiniz, dedi kendini tanıttı. Çeribaşı Mehmet, güler yüzle karşıladı Çullemmi’yi:

-Hoş bulduk ağam, buyur.

Çeribaşı Mehmet de Memiş diye çağrılan palabıyıklı, babayiğit, hoş sohbet, uyanık bir adam. İki tane de karısı var: Sekine ve Zarife . Eeee, kolay mı çeribaşı olmak. Tavşan kanı çaylar içildi. Çullemmi’yle koyu bir sohbete daldılar. Laf arasında Çullemmi dedi ki Çeribaşı Memiş’e:

-Memiş Aga! Birazdan buraya bizim davar çobanı Keloğlan gelecek. Onun adı da Memet. Kafası kel, yara bere içinde. Saf, temiz adamdır. Ne desen kanar, kafana saç ekeyim. Derdine derman bulayım. Seni kellikten kurtarayım, de. Bakalım ne diyecek?

Çeribaşı:

-Tamam Salih Aga! Ondan kolay ne var? Sen o işi bana bırak. Keloğlan’ın bir koyununu yiyelim beraberce…

Keloğlan, öğleye doğru sürüyü indirdi Muslu Pınarı’na. Bir güzel suladı. Suladıktan sonra da İçmeadası’na sürdü davarı. Söğütlerin altına yatırdı. Yaz günüdür. Karasaz’da üvez, sivrisinek her türden haşere var. Keloğlan’ın kafası yara bere içindedir devamlı kaşınmaktan. Kaşıdıkça yaralar daha da azmıştır.

Sürüyü yatırdıktan sonra bunların yanına geldi Keloğlan:

- Selam aleykum ağalar...

Selam aldı Çeribaşı’yla Çullemmi:

-Aleykumselam Memet ağa, gel hele...Gel otur şöyle.

Hal hatır, hoş beşten sonra Çeribaşı sözü döndürdü dolaştırdı. Keloğlan’ın keline getirdi:

-Yav Memed Aga! Ben güzel saç ekerim. Senin derdiyin dermanı bende. Gel seni şu kellikten kurtarayım. Yaralarını iyi edeyim. Seni bu dertten kurtarayım.

Keloğlan’ın gözleri parladı:

-Yav arkadaş, essahtan iyi iden mi yaralarımı? Kellik neyse alışdım da şu yaralar öldürüyo beni sıcakta…

-Ne demek Memet Aga, iyi ederim etmesine de… Amma bir şartım var. Şurdan sürüden bir toklu getir,kesip berabece yiyelim.

Keloğlan bir sevindi bir sevindi:

-O golay canım.

Koştu sürüden kendi hayvanları arasından besili bir toklu alıp geldi. Çeribaşı hanımına seslendi:

- Sekine çabuk iki ocak yak. Tencereleri koy, su ısıt.

Sekine hemen denileni yaptı. İki ocak kuruldu. Tencerelere pınardan su dolduruldu. Ocağın altı yakıldı. Çullemmi tokluyu kesmiş, yüzmüş, etlerini ayırmıştır bile. Yanan ocaklardan birindeki tencereye eti doldurdular. Diğer ocaktaki su da ılınmıştır. Çeribaşı ısınan suyu aldı Keloğlan’a:

- Eğil, deyip kafasını döktü. Bir güzel sabunladı. Toklunun kuyruk yağı ile yağlar üzerine biraz tuz, biraz biber ekti . Sürdü Keloğlan’ın kel yerine. Çullemmi’nin atının kuyruğundan bir miktar kıl kesip kırptı. Ekilecek hale getirdi. Keloğlanın kafasına yaraların üstüne yapıştırdı.

-Şimdiiii mehlemi sürdük, saçı da ektik . Hele şu karnımızı bir doyuralım, dedi. Haşlanan eti hep beraber afiyetle yediler. Tabii bütün bunlar söğüt gölgesinde olmaktadır. Keloğlan biraz sonra gölgeden çıkınca kafası yandı. Acıyla kıvranıyor. Doğru pınara koştu. Bir taraftan da çeribaşına bağırıyordu:

- Yaktın beni Çeribaşı! Senin ektiğin saçın da, senin çaldığın melhemin de…