KAFKAS KARTALI ŞEYH ŞAMİL

Kafkas kartalı diye anılan İmam Şamil, çarlık Rusya'sının düzenli ordularına karşı Kafkasya'nın bağımsızlığı için bir avuç fedakar ve sadık adamıyla uzun yıllar mücadele vermiş bir lider ve kahramandı Çarlık Rusya'sının her imkana sahip orduları karşısında, insan da dahil eksilen hiç bir-şeyi yerine koyamadığı için sonunda mağlup olmuş ve esir düşmüştü Fakat Rus çarı onu, cesaret ve kahramanlığına hayranlığından dolayı bir esir gibi değil bir misafir gibi karşılamıştı Üstelik sarayında Şeyh Şamil için bir de ziyafet düzenledi Yemek devam ederken, Çar kaba bir tarzda imam Şamil'in iştahlılığını iğnelemeye kalkıştı ve "Yahu bu adam beni de yiyecek" dedi Şeyh Şamil bu, sözün altında kalmadı Misafirini, iğnelemekten çekinmeyen bu kaba Rus'a tereddütsüz şu sözü söyledi: "Elhamdülillah biz Müslüman’ız, domuz eti yemeyiz.”

SORUMLULUKTAN KURTULMA

Büyük Osmanlı Hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman'a "Kanunî" lakabının hak ve adalet konusundaki titizliği dolayısıyla verildiği malumdur

Bu büyük hükümdarın ölümüne bağlı olarak yerine getirilmesini istediği bir vasiyeti vardı. Bu vasiyet, içinde ne olduğunu kendisinden başka kimsenin bilmediği 25 cm2 büyüklüğünde küçük bir sandığın, ölümü halinde mezarda yanına konmasıydı. Hayatı seferlerde geçen, seferdeyken ölen Kanuni İstanbul'a getirilince derhal defin işlemlerine başlandı ve bu vasiyet de hatırlandı Sandık meydana çıkarıldı ve hazır tutuldu Büyük hükümdarın cenaze töreninde büyük din bilgini ve şeyhülislamı Ebussuud Efendi'ye Kanuni'nin anıldığı şekilde bir vasiyeti bulunduğu, fikrini almak bakımından söylendi. Ebussuud Efendi “böyle bir vasiyeti yerine getirmeyiz, dini mübine (İslâm'a) uymaz' dedi.. Nihayet üzerinde diğer görüşler de alındıktan sonra vasiyetin yerine getirilmemesi kararlaştırıldı Küçük sandık mezara konulmadı ama içinde ne vardı, dünyanın en büyük hükümdarının mezarına konmasını istediği şey neydi? Herkesi bunun merakı sarmıştı. Bu vasiyet yerine getirilmediğine göre sandık açılmalıydı Nitekim öyle yapıldı. Kutu ehil bir el tarafından açıldı. Bir de ne görülsün, içi,Kanuni'nin yapacağı işlerin, vereceği kararların dine uygun olup olmadığı hakkında şeyhülislama sorduğu sorulara aldığı cevaplar demek olan "fetva"larla dolu idi Kanuni, Allah'ın huzuruna yüzü ak çıkmak, O'nun rızasına aykırı bir iş yapmadığını belgelemek istiyordu Devrin en büyük bilgini Ebussuud Efendi bu olay karşısında, "Hey büyük sultan, sen Allah katında kendini temize çıkardın, mes'uliyeti bize yıktın, biz nasıl bunun altından kalkacağız bakalım?" demekten kendini alamamıştı

CAMİDE NARGİLE

Eserleriyle Osmanlı Türk-İslâm tarihine damgasını vuran,Türk mimarlık tarihinin yüz akı Mimar Sinan, en büyük ve en muhteşem eseri Süleymaniye camiinin inşasını tamamladıktan sonra bazı bakımlardan bu ulu mabedi testlere tâbi tutuyordu. Bunlardan biri de cami içinde sesin dengeli bir şekilde dağılıp dağılmadığını, mihrapta Kur'an okuyan imamın sesinin en arkalardan ve diplerden duyulup duyulmadığının denenmesi idi. Bunun için Mimar Sinan nargile kullanıyordu Nargileyi mihraba koyuyor, içindeki suyu fokurdatıyordu Bu fokurtu cami içinde ahenkli bir şekilde dağılıyor mu, her yerden net olarak duyuluyor muydu, bunu kontrol ediyordu. Gammazlardan biri, Anadolu halkının evliya olarak bildiği bu büyük insanı Kanuni'ye şikayet etmişti: "Efendimiz, Mimar Sinan yeni yaptığı caminin mihrabında nargile fokurdatıyor." Kanuni hiç ihtimal vermeyerek, Sinan'ın samimi bir Müslüman olduğuna, böyle bir şey yapmayacağına güveni tamdı..Ama usulen de olsa olayın üzerinde durmadığı takdirde yanlış anlamalara ve dedikodulara meydan vermiş olabilirdi. Bu sebeple bir gün aniden camiye geldi. Camiyi gezip dolaşırken mihraptaki nargileye gözü tesadüfen takılmış gibi yaptı. Sordu: "Bu da ne oluyor? Camide nargile kullanan mı var?" Sinan sakin, kendinden emin cevap" verdi: "Hâşâ hünkârım, beytullahta (Allah'ın evi) nargile içecek kadar din, iman yoksunu değiliz, elhamdülillah. Burada bulundurmamızın sebebi, onu fokurdatmak suretiyle camiin ses düzenini kontrol etmektir. Dikkat buyurursanız nargilede tömbeki (tütün) bile yoktur"

Her şeyin tahmin ettiği gibi çıktığını gören hükümdar, Sinan'ın sırtını sıvazladı ve camiden ayrılır.

EN BÜYÜK KERAMET

Bugün Üsküdar'da adıyla anılan caminin avlusunda türbesi bulunan mutasavvıf Aziz Mahmud Hüdayi, I. Sultan Ahmed'in de mürşidi idi. Hükümdardan büyük saygı görüyor, kendi de hükümdarı seviyor ve sayıyordu. Arayı pek fazla uzatmadan birbirini ziyaret ederlerdi. Biri din ve maneviyatın ulusu, diğeri devletin ulusu bu iki insan, uzun süre birbirini görmeden duramazdı. Sultan Ahmed'in en mutlu anları şeyhiyle beraber olduğu anlardı. Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri ziyaretine geldiğinde onun hizmetini bizzat kendisi yapardı. Aziz Mahmud'un Topkapı sarayında yine padişahı ziyaret ettiği bir gün namaz vakti yaklaşmış, Aziz Mahmud Hazretleri de abdest alıp hazırlanmak istemişti Derhal leğen ve ibrik istendi. Padişah suyu kendisi dökerek şeyhinin abdest almasına yardımcı oldu. Bu sırada valide sultan (padişahın annesi) de kurulanması için havlu elinde bekliyordu. Valide sultan bu sırada içinden şunu geçiriyordu: "Ah şu mübarek insan bir keramet gösterse de gözümüz açılsa ne olur?" Abdest almayı bitirmiş, kurulanmak üzere valide sultanın elindeki havluya uzanırken, valide sultanın içinden geçenlere vâkıf olan Hüdayi Hazretleri, "Dünyanın en büyük devletinin hükümdarının altın ibrikle su döktüğü, annesinin en nadide iplikten dokunmuş havlusunu tuttuğu insan, hiçbir sıfatı bulunmayan, sıradan bir kul, bir abdi acizdir. Bundan daha büyük keramet ne olabilir?"