Geçen haftaki sohbetimizde ülkemizin en önemli meselesinin üretme kültürü eksikliği olduğundan bahsederek çarenin yeni eğitim sürecine giren çocuklarımıza ben ne olacağım, ya da geleceğim için neler yapmalıyım yerine ben ülkem için ne yapabilirim duygusunu hiç örselenmeyecek bir şekilde zihin dünyasına  yüklemek gerektiğinden bahsetmiştik.

1950 li yıllara kadar toplumun çok az kısmına hitap eden ve tamamen seküler bir anlayışı benimsemiş bir eğitim modeli vardı ülkede . Ve bu eğitim modeliyle yine çok az kişi eğitim imkanından yararlanıp devlette belli makamları işgal ediyordu.

1950 de ki demokrat parti iktidarı ile o güne kadar devletin görmezden geldiği, adam yerine koymadığı insanlar şehrin yolunu öğrendiler, okulun, diplomanın nice hayal edemedikleri kapıların açılmasının anahtarı olduğunu anladılar.

Köy ve kasaba çocukları öğretmen, mühendis, hakim , doktor olmaya başlayınca onları gören yeni nesiller daha bir coşku ile şehrin yolunu tuttular.

60 lı yıllardan itibaren dünyayı saran gençlik hareketleri sonucu ülkemizde de gençlik özellikle 70 li yıllar da ülkesinin geleceği için kaygılanmaya ve ülkeyi idare edenlerin kararlarını sorgulamaya başladılar.

Gençlerdeki bu memleket sevdasını gören, ancak Türkiye’nin bağımsız ve her alanda yerli üretim imkanları yerine ithal ikameli politikalarla dışa bağımlı olarak tabiri caizse “Ne uzasın ne kısalsın” kendi güdümlerinde olması için harekete geçerek ülkesi için canından bile vazgeçmeye hazır  bu nesli bir şekilde birbirine düşürdüler. Ölenler öldü, geri kalanların çoğunu da 12 Eylül darbesi ile ezip geçtiler.

12 Eylül sadece bir askeri darbe değildi. Ondan daha öte bir şeydi. Bunun planlayıcılarının yıllar sonra ortaya çıkan“Bizim çocuklar başardı” sözüyle asıl amaçlananın Nato eliyle sadece askeri olarak değil, 1983 de yeniden demokrasiye döndürülen ülkenin her alanda neoliberal Amerikancı politikaları benimsemesi içindi.

Bu politikaların en başta geleni ise her mekanda öve öve bitiremedikleri Amerikan eğitim sistemi oldu. Bu eğitim sistemi ile nesillerimiz” Büyüyünce ne olacaksın tarzı sorularla ve doktor olacağim, hakim olacağım, ya da mühendis olacağım cevaplarıyla büyütüldü.

Çocuklarımızın bu cevapları ile yetinmeyenler Niçin doktor olacaksın, niçin hakim olacaksın cevaplarının arka planını da hazırlamışlardı. Çok para kazanacaktı, annesini kraliçeler gibi yaşatacaktı.

Amerika ve Avrupa menşeli feminist yaklaşımla annelerin ailede karar alma süreçlerine etkin şekilde katılımı medyanın ve televizyonunda etkisi ile çok güçlü bir şekilde sağlanmıştı.

Mevlana’nın kadın ve erkek arasındaki farkı diğer bir deyişle erkeğin kadına üstünlüğünü izah ederken ortaya koyduğu tespit yüz yıllar sonra toplumuzda açıkça tezahür ediyordu.

Mevlana kadının düşünce yapısının uzun soluklu değil, an itibarıyla olduğunu, erkeğin ise bir konuda karar alırken uzun vadeli düşündüğünü belirtir.

1983 den bu yana ülkemizde nesiller kendi ikbalini her şeyin önünde tutan bir anlayışla eğitilip, yetiştirildiler ve bu yetiştirme tarzı maalesef halen de son sürat devam etmektedir.

Sorun bakalım  çevrenizdeki gençlere: İster issiz olsun ister bir işi olsun, imkanı olsa Avrupa ya,  ya da Amerika ya gitmek ister mi. On kişiye sorun, yüz kişiye sorun bakın bakalım, ben ülkemden gitmem ben ne yapacaksam ülkem için yaparım diyenlerin sayısı bir elin parmaklarını bulacak mı.

Daha ilk mektepten itibaren çocuklarımızı vatan ve millet sevdalısı olarak soran sorgulayan, ben şu olacağım yerine ben ülkem için şunu başaracağım, ya da arkadaşlarımla biz ülkemiz için şunları yapacağız duygusu ile yetiştirmek tek çıkar yoldur.

Bu işin başka da yolu yoktur. Varsa bilen buyursun söylesin. Eğer bu durum bugünkü gibi devam ettirilirse üniversitelerde gelecek vadeden gençlerimizi biz farkına varmadan atta alıp götürürler. Sonrada onların uluslar arası sermaye için ürettikleri ile bize ancak övünmesi kalır.

Haksız mıyım Allah için?

Haftaya görüşünceye kadar sağlıcakla kalın.