Her şeyde hayır vardır. Bu düsturun içleştirilmiş bir kültürün içinden geliyoruz. Olan ya da olmayan şeyler canımızı biraz sıksa da bunlar alıştığımız bir durumdur.

Hayatın değişik alanlardaki dikenli bölgelerinde gezinirken; diken ezerken de, diken ayağımıza battığında da; duruyor ve düşünüyoruz. Düşünmediğimiz de oluyor elbet; ne kadar düşünsekte, düşünmekten üzüntüden günümüz geçip gidiyor. Adım atmaya fırsat bulamıyoruz.

Devletin karar alma mekanizmalarının, güvenlik değerlendirmelerinin, arkasında ki gerekçelerin tümünü bilmemiz mümkün değil.

Yaşamakta olduğumuz kriz ilk değil. 1994-2001-2007 krizlerini yaşadık. 2001 krizinde koalisyon hükümetinin başbakanı Rahmetli Bülent Ecevit’ti. O tarihte yine benzer şekilde bir kriz yaşanmıştı! Ülke ekonominin başına Kemal Derviş getirilmişti! Ne olduysa iktidar bozuldu. Koalisyonda görev alan partiler DSP, ANAP ve MHP ağır bedel ödediler. İlk genel seçimlerde barajın altında kaldılar. Neyse konumuza dönelim: Rahmetli Bülent Ecevit Ekonomik kriz çıkınca “Biri bu ipi çekti ama bilmiyorum kim çekti?” Sözü benim hafızamda yer etti. İnternete baktığımda o sözü bulamadım.

AK Parti 2002 yılında kuruldu ve iktidara geldi. Yıllar içerisinde büyük yatırmalara imza attı. Tabii ki eleştirmek herkesin hakkıdır. Eleştirilecektir. Şimdi yine her şey iyi gitmiyor olabilir... Ne oldu da daha önce yaşadığımız krizin bir benzerini yaşıyoruz? Ecevit’in o sözü aklıma geldi.” Bu ipi kim çekti ?“

Siyasi icraatları eleştirirken konulan standartların, direk etki etme gücünün sahip olduğumuz zamanlarda da geçerli olması ahlaki sorumluluktur. Kitlelerin siyasi icraatlara getirilen eleştirileri ikna edici bulması ancak, eleştirenlerin belli bir güce sahip olduğu alanlarda “kurumlarda, uygulamalarda” somut olarak gözlemlenebilecek bir dönüşüm sergilemesiyle mümkün.

Türkiye’de siyaseti, tıpkı diğer demokratik ülkeler de olduğu gibi, toplumsal yapıyı mümkün mertebe modere eden(yönetmek) bir kurum olmaktan çıkarıp, her şeye hükmeden dev bir aparata döndüren etken sadece iktidarın kendisi değil. Sivil toplumun farkında olmadan ya da olarak kendi varoluş mantığına ters biçimde, gereğinden fazla siyasallaşması, siyaset merkezli düşünmesidir. Oysa sivil toplumun asıl görevi siyaset üstü değerler üretmek, demokrasiye bu değerler üzerinden katkı sunmaktır…

Elbette iktidarların kriz konusunda sorumlulukları bulunmaktadır. Ancak sivil toplum kuruluşlarının da bu krizde bir etken olmadığını söylemek mümkün değildir.

Diğer taraftan ABD başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde krizlerin yaşandığını biliyoruz. Ancak bizim üretim konusunda sorunlarımız bulunmaktadır. 200 Milyar doları bulan bir ihracatımız bulunmakta. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi katma değeri yüksek mal üretemediğimiz için ihracat arttı. Bizde katma değeri yüksek teknolojiye dayalı mal ürettiğimizde kriz olsa dahi etkilerinin bu kadar kuvvetli olmayacağını bilmeliyiz.

İktidar özel sektörün önüne açacak özel sektörde katma değeri yüksek mal üretecektir. Bilgiye ulaşmak eskisi gibi zor değil. Yeter ki bilgiye ulaşmak iste…  Teknoloji aracılığı ile aradığınız bilgiye ulaşmak mümkün.

Ekonomik kriz konusunda elbette iktidar birinci derecede sorumludur. Ancak, ülkemizin dışarıya 600 milyar doların üzerinde borcu olduğu söyleniyor. Bu borcun büyük kısmı özel sektöre ait. Bu borcun muhatabı bankalar ve devlet. Hiç bir yönetim  ekonomik krizle karşılaşmak istemez. Krizi yönetmek ayrıcı ustalık ister.