İslam’da ibadetin, duanın ve hatta zikrin bir ölçüsü vardır. Bütün bunların ölçüsü Hz. Muhammed’dir. Yani O (s.a.v), nasıl dua etmişse bizde öyle dua edeceğiz. Nasıl ibadet etmiş ve nasıl zikretmişse öylece ibadet edecek ve öylece zikredeceğiz. Bu ölçünün dışına çıkmak ise haddi aşmaktır ve yüce Rabbimizin sevgisinden mahrum kalmaktır.

Cenabı hak, sözün en güzelini söylemeyi ve en güzeline uymayı bizlere nasip eylesin. Cenabı hak şöyle buyuruyor: “Rabbiniz dedi ki: Bana dua edin. Ben de duanıza icabet edeyim.” Yani icabetin en önemli şartı, Yüce Allah’ın Rab olarak kabul edilmesi ve duaların yalnız ve ancak O’na yapılmasıdır. Ayetin devamında Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Bana kulluk etmeyi gururlarına yediremeyenler, alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir” Bu ayeti dikkatli bir şekilde okuduğumuzda ‘dua etmenin kulluk ile eşdeğer olduğunu’ anlıyoruz. Nitekim ayetin birinci bölümünde duanın yalnızca Allah’a yapılması emredilirken; ikinci bölümünde kulluk etmeyi gururlarına yediremeyenlerin alçalmış olarak cehenneme girecekleri haber verilmektedir.

Kuran’a göre dua, ibadetin özü ve kulluğun ispatıdır. Dua etmek, insanın rabbini, kendini ve haddini bilmesidir. Aynı zamanda dua, kulun her daim Cenab-ı Hakk’a muhtaç olduğunu bilmesi, ihtiyacı olan şeyi yalnız ve ancak O’ndan istemesidir. Duayı terk etmek ise, kibir göstergesidir; ibadetten ve kulluktan uzaklaşmaktır. Dua eden ve duaya devam eden kişi, dünyanın en güçlü insanıdır. Çünkü Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Dua, müminin silahıdır” buyurmaktadır. Dolayısıyla dua ve ibadetlerinde kayıtsız şartsız yalnız Allah’a teslim olan kimseyi Allah, hiç kimseye teslim etmez.

Cenab-ı Hak, Hz. Peygamber’in (S.A.V) şahsında bize hitaben şöyle buyuruyor: “Kullarım beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” Bu ayet ile ilgili hemen hemen bütün tefsirlerde dikkat çekilen husus, Cenab-ı Hakk’ın kuluna çok yakın olduğunu vurgulamak için şartın cevabında Hz. Peygamber’e “de ki” demeden; yani hiç bir aracı zikretmeden direkt kendisine dua etmemizi istemesidir. Yüce Allah, kendisine her dua edenin duasına icabet edeceğini, imanlarının bir gereği olarak kullarından emirlerine uyup yalnız kendisine dua etmelerini, böyle davranmaları halinde rüşdü, yani doğru yolu bulabileceklerini buyurmaktadır. Dolayısıyla “dua mürşiddir” ve her müslümanın mürşidi, Cenab-ı Hakk’a el açmak, acziyetini bildirmek ve direkt ondan istemektir.

İslam inancına göre Allah ile kul arasında vasıta/aracı olamaz ve olmamalıdır. Bu konuda âlimlerimiz der ki: İstihare, istişareden sonra gelir. Yani bir Müslüman, sebepleri takip ettikten sonra “Allahım! Ben elimden geleni yaptım; artık bana kolaylık ver ve doğru yolu göster” şeklinde dua edebilir. İslam’da ‘istihare’ diye ifade edilen bu eylem, ancak kul ile Allah arasında gerçekleşir. Başkasının buna dahil edilmesi doğru değildir. Çünkü Yüce Allah, işitendir, görendir, bilendir: “Öyle ki sizden en ufak bir şey bile (Allah’a) gizli kalmaz.” Eğer Yüce Allah, “her duaya icabet ederim; yeter ki dua edin!” buyuruyorsa o zaman bizim açımızdan “Halık-u zü’l-Celal ve’l-Kemal’den istemesini, dua etmesini bilmek” kalıyor. Çünkü Yüce Allah’ın ilmi mutlak, hükmü mutlak, icabeti mutlak, kudreti mutlak ve iradesi mutlaktır. Daha açık bir ifadeyle Yüce Allah, bir şey yapmak istediği zaman mutlak güç sahibidir. O, birileri kendisinden bir şey istediği zaman “Bu kulum bir şey istedi; hele hazineye bir bakın” diye hiç kimseye bilgi vermez, sormaz, danışmaz, kapısında bir vezire asla ihtiyaç duymaz. Kapısında veziri yok; Hem Ehad’dir, naziri yok; muini, destegiri yok; Ganiyyu’l-Müstean Allah. “Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.”   

O halde senin gücün ve kuvvetin Allah’a dua ettiğin kadardır. Ellerini açıp ondan istemen, sana güç ve kuvvet olarak yeter. Bu hususta âlimlerimiz şöyle der: “İnsanların en güçlüsü olmak istersen yalnız Allah’a tevekkül et ve O’ndan iste. Çünkü bütün güç ve kuvvet O’nundur. Zenginlik istiyorsan, mülkün Allah’a ait olduğu bil ve O’ndan iste. Kerim olmak istiyorsan, Allah’ın Kerim ve Ekrem olduğunu bil ve O’ndan iste.

Dua etmenin, Allah’tan istemenin bir takım şartları vardır. Bunları maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:

1. Dua ederken nerede olursak olalım, Allah’ın bizi işittiğini bilmeliyiz. Çünkü “Her ne tarafa yönelirseniz, Allah oradadır.”

2. Dualarımızı kabule Allah’ın kâdir ve muktedir olduğunu, dualarımızı kabul etmesinin önünde hiçbir engel bulunmadığını bilmeliyiz.

3. Allah’ı sevdiğimiz müddetçe Allah’ın da bizi sevdiğini, O’nu terk etsek de O’nun bizi asla terk etmeyeceğini bilmeliyiz. Çünkü Allah, hiçbir kulunu asla terk etmez ve der ki: “Bana döner dönmez beni bulursun ey kulum.”

Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Darda kalmışın çağrısına karşılık veren, kötülüğü gideren ve sizi yeryüzünün varisleri kılan kimdir?” Yani bunu gerçek anlamda Allah’tan başkası yapabilir mi?! Bunun yanı sıra Allah’a yalvardıkça ve O’ndan istedikçe O’nun katında değerimizin artacağını bilmeliyiz. Kuldan istediğimiz kadar değerimiz, hem kul hem de Allah nezdinde düşerken; Allah’tan istediğimizde değerimiz Allah katında artmış olacak. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “(Ey Muhammed!) De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!” Yüce Allah, “Kullarım ellerini açıp benden istemedikçe, esbaba sarılıp gayretlerini, çabalarını ortaya koyduktan sonra bana tevekkül etmedikçe, onların benim katımda hiçbir değerleri olamaz” diyor. Demek ki bir kulun Allah katındaki gerçek değeri, duasıdır.

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Dua, ibadetin iliğidir, özüdür” buyuruyor. O halde rabbimize alçak gönüllülükle ve yüreğimizin ta derinliklerinden gelerek, için için dua etmeliyiz. Dualarımızı, yürekten arzu ederek ve haşyet içerisinde, ümit ve korku arasında yapmalıyız. Dua ederken şunu da unutmamalıyız ki; Yüce Allah, bir kulun haddi aşan duasını kabul etmez. “Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” Yani Allah’a muhtaç olduğumuzu hissederek, O’nun kapısından başka hiç bir kapının olmadığını bilerek, içten ve tam bir tazarru içerisinde dua etmeliyiz. Ama bunu yaparken asla haddi aşmamalıyız. Çünkü O, haddi aşanları sevmez. Üzülerek belirtmeliyiz ki birilerinin, günümüzde bağırarak, çağırarak ve tabiri caizse dans eder gibi zikrederek dualar ettiğini görüyoruz. İşte bu, ayette belirtildiği gibi haddi aşmaktır. İslam’da ibadetin, duanın ve hatta zikrin bir ölçüsü vardır. Bütün bunların ölçüsü Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. Yani O (s.a.v), nasıl dua etmişse biz de öyle dua edeceğiz. Nasıl ibadet etmiş ve nasıl zikretmişse öylece ibadet edecek ve öylece zikredeceğiz. Bu ölçünün dışına çıkmak ise haddi aşmaktır ve yüce rabbimizin sevgisinden mahrum kalmaktır.

Kuran’a göre duanın kabul şartları bulunmaktadır. Bu konuda Yüce Allah, “Yeryüzünü ıslah ettikten sonra orada bozgunculuk yapmamamızı emreder.” Yani dualarımızın kabul edilmesini istiyorsak, yeryüzünde kibirlenip fesat çıkarmamalı, zulümden uzak durmalı, Allah’ın rahmetini ümit etmeli, rahmeti gerektirecek iyi amelleri çokça yapmalı, azabından ve gazabından olabildiğince kaçınmalıyız.

Duanın kabul şartları bulunmakla birlikte dinimizde duaları kayıtsız şartsız kabul edilen kişiler mevcuttur. Hz. Peygamber’in (s.a.v) hadislerinde bu şahıslar ile Allah’ın arasında hiçbir perdenin bulunmadığı belirtilmektedir. Bunların birincisi mazlum, ikincisi ise darda kalmış olan kişidir.

Yani bu iki sınıf insan, dua için ellerini açtıkları zaman Allah, onları asla boş çevirmez ve dualarını hemen kabul eder. Mazlum olan bir insan, kâfir olsa bile Allah onun duasını kabul eder. Onun kabule layık olmasından dolayı değil, Allah’ın adaletinden dolayıdır. Bunun gibi darda olan kişi, kâfir olsa da Allah onun duasını kabul eder. Onun kabule layık olmasından dolayı değil, Allah’ın rahmetinden dolayıdır. Çünkü yüce Allah’ın adaleti şaşmaz. Bu hususta Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: Dikkatli olun ey ümmetim! Kâfir bile olsa Mazlumun duasından sakınınız. Çünkü mazlum ile Allah arasında hiçbir perde yoktur.

Bu konuda büyük şairimiz Ziya Paşa’nın şu beyitleri çok manidardır:

Zalimlere dedirir bir gün Hazreti Mevla… Tellahi  “Lekad aserakellahu aleyna”

Bir dairede devretmez çember-i devran… Elbet olur ev yıkanın hanesi viran.

Bu konuda şu iki atasözünü zikretmek istiyoruz:

Zulm ile abad olanın akıbeti berbat olur… Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste

O halde hiçbir şekilde zulmetmeyeceğiz. Bu konudaki hassasiyetimizi ortaya koyduktan sonra bütün dualarımızda, bütün benliğimizle ve bütün kalbimizle Allah’a yöneleceğiz. İmanımızı, kuvvetimizi ve gücümüzü dualarımızla ortaya koyacağız. Böylece bütün kapılar önümüzde bir bir açılacak inşallah. Cenab-ı Hak, cümlemizi, kendisini rab olarak kabul eden, gerçek anlamda inanan, her daim kendisine yönelen ve muhtaç olduğunun bilincinde olup sadece kendisinden isteyen ve duası makbul olan kullarından eylesin.

Mustafa TEKİN

Kahramanmaraş İl Müftüsü

  İZLEMEK İÇİN TIKLA:  https://youtu.be/8cJsZjHccvM