SERDAR YAKAR

Onikişubat Belediyesi

Kültür ve Sosyal İşler Müdürü

MUHAREBENİN SON GÜNÜ

(11 Şubat 1920)

  

Bu sırada Kadir Paşanın konağından bir haber daha geldi. Muharebeden vazgeçmemiz ve teslim olunacağı bildiriliyordu. Karargâhta bulunanlar şiddetle reddettiler. Katırcı Göy Ökkeş küfürler savurdu. Yahya Hoca bizim düşmandan üstün olduğumuzu, düşmanın bizden çok yıprandığını söyledi. Filhakika 22 günden beri hareket üstünlüğü bizde idi. Düşmanın en mühim cephanelikleri ateşlenmiş, en kuvvetli istinat merkezleri sukut ettirilmiş, kalan birkaç merkezleri de mahsur ve mefluç hale sokulmuştu. Teslim olma teşebbüsüne girişenlerin vurulması için emir verildi. Karargâhtan Arslan Beyin Kadir Paşa konağına gitmesi, iradesi zayıf olanlara cesaret vermesi kararlaştırıldı. Fakat müsbet bir netice hasıl olmadı, Kadir Paşa fikrinde ısrar ediyor ve hatta Arslan Beye hakarette bulunuyordu. Arslan Bey bütün ikazlarına rağmen bir netice alamayınca, küfürleri memleket müdafaasında izharı arz edenlere iade ederek karargâha döndü..

Bu sırada Kışla’dan bir kolun harekete geçtiği görüldü. Bunlar askerden ziyade bir göç kafilesine benziyordu. Ateş kes emri verildi. Kafile ilerledikçe bunların Ermeni aileleri olduğu ve düşmanın kaçmakta olduğu anlaşıldı. Bir müddet sonra düşman kolundan kaçan yüklü bir katır siperlerimizin önüne geldi. Tutularak hayvanın yükü muayene edildiği zaman Ermenilere ait eşya olduğu görüldü. Düşmanın bazı Ermenilerle birlikte şehri terk ettiklerine şüphe kalmamıştı. Gece yarıya doğru kışlada yangın başladı, yangın gittikçe büyüyordu.

Birinci dünya harbinin galip ve mağrur ordusu Maraş’ta Türk imanı ve kahramanlığı karşısında mağlup olmuş ve hayvanların ayağına keçe sararak kaçmış, kaçarken de kışlayı ateşlemişti. Bazı mücahitler sevince kapılarak, evvelce hazırlanmış olan büyük zafer bayrağını çekip kışlaya gitmek istiyordu. Düşman kaçmıştı. Fakat çatışmalar durmamıştı. Sabahın beklenmesine karar verildi.

Düşmanın çekildiği anlaşılır anlaşılmaz teşkilâta şu mealde bir emir verilmişti: (Şimdi yapılan keşifte Fransız ve Ermenilerin huruç hareketleri yaptıkları anlaşılmıştır. Birçok Ermeni aileleri Kışladan Şükrü Bey Zeytunluğuna geldikleri ve Mercimek tepedeki Norman kuvvetlerine doğru ilerledikleri görülmektedir. Bu gece parolamız “Zafer” dir. Postalarınızı gönderip cephane aldırınız. Düşman takip ve ateşe devam edilecek. Yine de düşmanın baskın yapması ihtimaline binaen tertibat almanız lazımdır.)

Haber sür’atle şehre yayılmıştı. Halk büyük sevinç içinde sabahı beklemeğe başlamıştı.

Fransızlar Maraş’tan çekilirken yanlarında jandarma kumandanı İsmail Hakkı Bey, Şişmanzade Arif, Kocabaşoğlu Hacı Nuri, Mühendis Abdüllatif Bey ve Belediye Başkanı Hacı Bekir Sıtkı Bey’i de beraber götürmüşlerdi.

Jandarma kumandanı İ. Hakkı dipçik darbelerine daha fazla dayanamayarak yürüyemez oldu. Yolda bırakıldı. Fransızları takip amacı ile Maraş’tan çıkan Kuva-i Milliye tarafından yolda bulundu. Maraş’a götürüldü. El ve ayakları donmuş olduğu için kurtarılamadı ve 22 Şubat günü öldü.

Fransızlar Maraş’a gelirken yaptıkları hataları giderken de tekrarladılar. Ağır kış şartlarında yanlarına bir de korumasız Ermeni sivilleri aldılar.

Ertesi gün şafak vakti Aksu köprüsü civarında Türk kuvvetlerinin saldırısına uğradılar. Fransız konvoyu toplam 4500 kişiden oluşuyordu. Bunlardan 200’ü yaralı idi. 3000 civarında Ermeni vardı. Ayrıca konvoyda 1200 hayvan, 150 araba, 115 deve vardı. 11 Şubat akşamı Türkoğlu’na vardılar ve burada kamp kurdular.

12 Şubat sabahı saat 6’da Türkoğlu’ndan sessiz sedasız hareket ettiler. Türkoğlu Belpınar arasını önemli bir olay olmadan geçtiler.

Fransızlar ve Ermeniler Türkoğlu’nda kaldıkları süre içinde başıboş sürüleri keserek et ile beslendiler. Türkoğlu’nu terk ederken Ermeniler burayı ateşe verdiler.

Maraş harbi Fransızların sadece Maraş’ta değil tüm Anadolu’da sonunu getirdi.

Le Temps gazetesi: “Eğer Mondros Ateşkes Antlaşması Türk ordusunu silahsızlandırsaydı, eğer bizden önce Kilikya’yı işgal eden İngiltere arkalarında silah bırakmasaydı, eğer Fransa’nın menfaat gözetmeyen politikası milliyetçilere açıklansaydı ve bu politika yabancı ajanlar tarafından durmadan tahrif edilmeseydi işler bu kerteye gelir miydi?” diye soruyor.

Lyon Repuplician ise İngilizlerin Türkleri silahsızlandırmayı beceremediğini söylüyordu. Fransız kamuoyu da Ermenilerin tahriklerini olayların asıl sebebi olarak görüyordu.

ÖNDEN GİDENLER:

PİŞKİNZÂDE ALİ RIZA EFENDİ

Ali Rıza Pişkin

Hem istiklâl hem de istikbâl mücadelesinin köşe taşı isimlerinden biridir Pişkinzâde Ali Rıza Bey. Maraş’ta 1899’da doğar. Babası Pişkinzâde Hacı Mehmet Efendi, annesi Sultan hanımdır. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında ilk ve orta öğreniminin yanı sıra tenekecilik mesleğini öğrenmek için de çırak olarak çalışır. Bilâhare öğretmen okuluna kaydolur. Öğrencilik yılları savaşlar ve yenilgilerin yaşandığı yıllardır. Koskoca imparatorluk küçüle küçüle bir avuç Anadolu toprağına sıkıştırılmış, o da dört bir yandan ablukaya alınmıştır. Ülkenin hali bu içler acısı durumda iken okul okumak, hele hele okulu bitirip görev almak ne mümkün. Pişkinzâde Ali Rıza Bey de bitiremez okulunu. 1917-1918 öğrenim döneminde Yedek Subay olarak orduya dahil olur.

Henüz 17-18 yaşında iken yedek subay olup orduya katılan Ali Rıza Beyin ilk görev yeridir İstanbul Bostancı askeri birliği. Bostancı askeri birliğinde makineli tüfek eğitmeni olarak görev yapmakta iken düşman kuvvetlerinin İstanbul’u işgaline şahidlik eder.

Birliği dağıtılmış, silahı elinden alınmıştır.

Tüm bir yurdu nasıl ki bir keder kaplamışsa Ali Rıza Beyi de öyle bir keder kaplar. Genç yüreği yaşananları kabul edememekte, dolup taşmaktadır. Bu acıya artık bünye de katlanamaz hale geldiğinde kendini Gümüşsuyu askeri hastanesinde bulur.

Tüm bir imparatorluğun kederi yüklenmiştir sırtına…

Koskoca bir imparatorluk gibi o da yok olup gitmenin eşiğindedir.

Hele hele doğup büyüdüğü baba yurdu Maraş’ın da işgal edildiği haberini duyduğu an tüm dünyalar yıkılır başına. Bu hastane odasında yok olup gitmek mi, memleketine vatan borcunu ödemek mi noktasında gider gelir günler günü…

Sevdikleri gelir gözünün önüne… Sonra memleketi…

Gençlik günlerini sokaklarında yaşadığı güzel Maraş…

O hastane odasından çıktığı gün yepyeni kararların da eşiğindedir.

Düşünür ne yapabilirim diye… Silahı elinden alınmış yetkisiz bir askerdir sadece. Üstelik esaret altındadır. İlk fırsatta esaret zincirinden kurtulmak ve yeniden diriliş için Anadolu da soluğu almaktır hedef. Ve bunu başarır da… Binbir zorlukla da olsa işte Maraş’tadır. Maraş’ın, Maraşlının şanlı direnişinde onun da yeri hazırdır.

Sütçü İmam ve Bayrak Olayı’nın ardından hızla teşkilatlanma çalışmalarına başlamıştır Maraşlı. Kayabaşında Veliefendioğlu Ziya’nın evinde Vezir hocanın başkanlığında yapılan ilk toplantılarda hazır ve nazırdır Ali Rıza Bey.

Kayabaşı ve Çiçekli mahallesinde ayrı ayrı ortaya çıkan teşkilat çalışmaları birleştirilmiş ve Müdafai Hukuk Cemiyeti kurulmuş, Arslan Bey cemiyetin başına geçmiş, mahalle teşkilatları oluşturulmuştur.

Maraş direnişin ve dirilişin eşiğindedir…

Her bir Maraşlı tıpkı Ali Rıza Bey gibi kulağı tetikte görev beklemektedir.

Büyük hesaplaşmanın yakın olduğunu sezen Guvernör Andriya Antep ve Adana üzerinden Maraş’a bol miktarda mühimmat getirme kararını aldığında Müdafai Hukuk Cemiyeti de çoktan yolları kontrol altına almak ve şehre yardım girişini engellemek için tedbirlerini almıştır bile… Bu tedbirler doğrultusunda Pişkinzâde Ali Rıza Bey emrindeki kuvvetlerle Pazarcık istikametine, Muhacir Abdullah da Arablı’ya Türkoğlu Mustafa Çavuş’a gönderilir.

Pazarcık bölgesine Sivas’tan gönderilen Kılıç Ali Bey ile buluşan Ali Rıza Bey onun en büyük yardımcılarından biri olur. Teşkilatlanma çalışmalarında Kılıç Ali’ye yardım eder. Yakup Hamdi Bey ile Dehliz mevkiinde görev alarak Maraş’tan Kılıç Ali üzerine gönderilen Fransız birliklerini Aksu köprüsü civarında büyük bir bozguna uğratır.

Şehir içi çatışmaların başlaması ile emrindeki kuvvetlerle şehre girerek çatışmalara en önde katılır. Alman çiftliğini kendilerine üst edinen Fransız birliklerine yaptığı baskınla onları darmadağın eder. Düşman kuvvetlerinin Adana tarafından erzak ve mühimmat getirmekte olduğunu haber aldığında ise hızla harekete geçerek düşman kuvvetlerinin şehre girmesine fırsat vermeden Şeyhadil mevkiinde düşmanı bozguna uğratır.

Girdiği her muharebede yüzakı ile mücadele eden Pişkinzâde Ali Rıza Bey, düşmanın ardına bile bakmadan kaçıp gitmesi ile yeni bir görev daha üstlenir.

Fransızlar bir gece yarısı arkasında yanan bir kent bırakıp kaçıp giderken onların peşi sıra Ermenilerin de ekseriyeti kaçmıştı ama kadın ve çocuklar şehirde kalmıştı. Ayrıca bu kaçıştan haberi olmayan bazı Ermeni kuvvetleri de bulundukları kilise ve korunaklı konaklardan Türklerin üzerine kurşun atmaya devam ediyorlardı.

Amerikalı misyonerlerin devreye girmesi ile canlarının bağışlanması, mallarına dokunulmaması kaydı ile teslim olmayı kabul eden Ermenileri teslim alma işi için oluşturulan komisyonun içerisinde yer almıştı Ali Rıza Bey. Kendisinin yanı sıra Jandarma Teğmen Ramazan, Karaküçük Keskin Hacı Mustafa, Fatmalı Derviş, Vezir Mehmet, Efe Hasan ve Hacı Ahmetoğlu Rüstem Efendi de bu komisyonda görev almıştı.

13 Şubat 1920 günü komisyon 9500 civarında Ermeni’yi teslim aldı. Bunların 1300 kadarı silahlı isyancı olup geri kalanı kadın ve çocuklardan oluşmaktaydı.

Maraş’ın düşmandan temizlenmiş olması yepyeni bir ümidi de beraberinde getirmişti. Yenilmez sanılan koca Fransız devleti üstelik işbirlikçisi Ermeniler ile birlikte işte Maraş’ta dize getirilmişti. Neden bu başarı Antep’te, Urfa’da ve tüm bir yurtta gösterilmesindi…

Maraş’ta oluşturulan Akıncı Birlikleri ile bölge harplerine de katılan Pişkinzâde Ali Rıza Bey bilahare Ayvalık askeri mutasarrıflığına atanmış ve bir süre de orada görev yapmıştı.

İstiklâl Savaşının sona ermesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile istikbâlin sanayide ve ticarette olduğunu idrak eden Ali Rıza Bey kardeşi Mustafa ile İzmir’e gider ve orada bir dükkan açar. Ali rıza Bey ilk gençlik yıllarında öğrendiği tenekecilik işine girerken kardeşi de esaret yıllarında öğrendiği saatçiliği kendine meslek olarak seçer. Ancak işler iyi gitmez. Ülkede taşlar henüz yerli yerine oturmamıştır. İki kardeş dükkanı kapatıp Maraş’a, baba ocağına geri döner. Burada diğer kardeşleri Osman, Kasım ve Abdullah’ı da kendilerine ortak ederek “Binbirçeşit” adında bir mağaza açarlar. Bu mağazanın açılışında en büyük destekçileri baba dostu Müderris Ali Efendi (Ali Bilgili) olur. Binbirçeşit Mağazası Maraş’ta Cumhuriyet döneminde kurulan ilk büyük ticari işletmedir.

Ali Rıza Bey bu ticari işletmenin yanı sıra işsiz güçsüz gençleri başına toplayarak Maraş İdman Yurdu Spor’u kurar. Ömrünün her döneminde sosyal faaliyetlerin içinde olacak olan Ali Rıza Bey bu etkinliklerini Büyük Doğu Mecmuası ve Maraş Talebe Birliği çalışmaları ile sürdürüp gidecektir.

Binbirçeşit Mağazası Ali Rıza Beyin ticari ufkunu açar. Sık sık İstanbul’a giderek mal alır getirir. Bu gidiş gelişlerde Maraşlı diğer tüccarların da siparişlerini takip ederek ufkunu ve çevresini daha bir genişletir.

Bu arada Maraş’ta Fatma hanımla evlenmiş, Semiha adını verdikleri bir de kızı dünyaya gelmiştir.

Yıl 1930’dur ve Ali Rıza Bey önemli bir karar alarak dükkanı Mehmet Pişkin’e bırakıp ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşir. Sirkeci de açtığı yazıhanede Agop Efendi ile ortaklaşa hayvan bağırsaklarını toplayıp tenekeler içerisinde salamura yaparak Almanya’ya ihraç yapmaya başlar. Daha sonra Eminönü’nde de bir ticarethane açarak pirinç ticareti ile uğraşır.

Hatay’ın 1938’de Türkiye’ye ilhakı onun kafasında yepyeni projeler geliştirir. İskenderun limanı Anadolu’nun Avrupa’ya açılan kapısıdır. Bu bakımdan Hatay’ın önemli bir ticaret ve sanayi merkezi olacağını tahmin eder. Bu düşüncelerle İskenderun’dan bir arazi satın alarak tren garına yakın bir yerde İskenderun’un ilk çeltik fabrikasını ağabeyi Kasım ile birlikte kurar. Bu çeltik fabrikası Hatay’da kurulan ilk Türk fabrikasıdır. Açılışa vali ve garnizon komutanı da katılır. Fabrikanın işletmesini ağabeyi Kasım’a bırakan Ali Rıza Bey İstanbul’a döner ve pazarlama işini İstanbul üzerinden yürütür.

Ticari hayattaki başarısı onu ulaşılmaz kılmaz. Tam tersi gönül ve kültür insanı eder. Adil Bağdadlıoğlu’nun kaleme aldığı “Uzunoluk (İstiklâl Harbinde Maraş)” adlı eseri 1942’de bastırarak memleketine karşı bir hizmeti daha yerine getirir.

Çevresi her geçen gün büyüyen Ali Rıza Bey 1943’de hemşehrisi Necip Fazıl Kısakürek’in yayınlamakta olduğu Büyük Doğu Mecmuasının en büyük destekçisi olur. Necip Fazıl kendi ifadesi ile “ayda 5-600 lira kazanan bir adam olmasına rağmen hayatının her devrinde parasız bir adam olarak yaşamıştır.” Henüz yeni yayın hayatına başlayan derginin maddi sıkıntı içerisinde olması dolayısıyla karısı Neslihan Hanımın astıragan kürkünü koluna attığı gibi soluğu Ali Rıza beyin bürosunda alır Üstad Necip Fazıl. Amacı kürkü rehin bırakarak Ali Rıza Beyden birkaç bin lira borç istemektir.

Üstad’ın bu müracaatı karşısında Ali Rıza Bey “ağlıyacak kadar müteessir olmuş; rehini reddetmiş ve Necip Fazıl’a senetsiz, sepetsiz istediği parayı vermiştir.” Bu hakikat bizzat Üstad’ın kaleminden Büyük Doğu’nun ilk devresinin 14. sayısında ayrıntılı bir şekilde yer alır.

Fikir ve sanat yazıları ile gönüllerde yer eden Büyük Doğu Ali Rıza Beyin bu maddi desteğinden sonra daha düzenli bir şekilde yayınını sürdürürken bir de kadrosuna yeni bir yazar kazandırmıştır. Tüccar olmakla birlikte öğretmen okulu kökenli olan Ali Rıza Bey 10. sayıdan itibaren Büyük Doğu da iktisadi yazılar yazmaya başlar. Dünyanın iktisadi bir buhran içerisinde olduğu yıllarda Ali Rıza Beyin iktisat yazıları yol gösterici ve ışık tutucu olur. Yıllar yılı ticaret hayatında kazandığı tecrübelerin ışığında ortaya koyduğu çözüm önerileri ile dikkat çeken bir yazardır artık Ali Rıza Bey. Üslup itibariyle Üstad’a oldukça yakın yazılar kaleme alan Ali Rıza Bey bu yazı faaliyetlerini Büyük Doğu ile sınırlamaz, Maraş Talebe Birliği’nin yayın organı olan Edik’te de uzun yıllar devam ettirir. Yazıları derlenip toplandığında bir kitap oluşturacak çapta olup iktisat tarihine ışık tutacak vasıftadır. Ali Rıza Beyin gönlünde Maraş Talebe Birliği ayrı bir yer tutmaktadır. 1950’li yıllarda dernekleşme faaliyetini başlatır ve yine çevresinin desteği ile Fındıkzâde’de bir arsa alınmasına öncülük eder. 1960 Aralık ayında yapılan kongrede ise derneğin başkanlığına getirilir. İçlerinde hukuk öğrencisi Erdem Bayazıt’ın da bulunduğu bir gurup genç ile birlikte bu görevi uzun yıllar sürdürür ve Fındıkzâde Öğrenci Yurdunun temelleri bu yıllarda atılır. Gelenekleşen ve günümüzde dahi halen devam etmekte olan öğrenci pikniklerinin ilk başlatıcısı olur.

Ticari hayatta Ali Rıza Beyin 1945’de tamamen kendisine ait bir konserve fabrikası kurduğunu, ürünlerini iç pazarın yanı sıra İngiltere, Almanya gibi Avrupa ülkelerine de ihraç ettiğini görüyoruz.

Eşi Fatma Hanımdan iki kız, iki erkek evladı olan Ali Rıza Bey Soyisim Kanunu ile “Pişkin” soyadını almış olup küçük oğlu Metin Pişkin Bey halen hayattadır. Bu yazının ortaya çıkmasında en büyük pay Metin Pişkin Bey ile kızı Dr Sanem Hanım olmuştur. Her ikisine de teşekkürler…

1973’ün 28 Ağustos günü Bolu’da bir trafik kazası sonucu vefat eden örnek insan gazi ve müteşebbis Ali Rıza (Pişkin) Beyi rahmetle anıyoruz.