Milletlerin büyük millet olabilmesi için, yalnız nüfuslarının çokluğu, topraklarının genişliği, zenginlik kaynaklarının bolluğu bir ölçü değildir. Büyük millet olma aynı zamanda büyük bilim insanlarını, sanatkarları da yetiştirmeyi gerektirir.

Medeniyetlerin, kültürlerin kavgasında birer cephe komutanıdır bilim ve sanat adamları. Medeniyetlerin taşıyıcıları; milli gururun, milli kimliğin sembolü olan bu insanlar, ardı sıra bir milletin tarihini, coğrafyasını, kültürünü ve nihayet medeniyetini sürükler.

Batı’nın ve Küresel Güçlerin Etkili Silahı

Bugün medeniyet ve kültürlerin hesaplaştığı cephelerden biri de müziktir. Bu milletin de bugün  bir “musiki davası” vardır.

(Kitle düzeyinde ideolojinin bitirildiği, kitlelerin sürüleştirildiği dünyamızda, toplumu etkileyen silahların başında gelir müzik. Günümüzde Siyonist merkezli, ABD ve Batı patentli kültür emperyalizmi “müzik” silahını çok iyi kullanıyor. Özellikle milli kültürleri dejenere etmeyi kendisine en büyük görev kabul eden Siyonizm, küresel güçler, masonluğun her türü, milli müzikleri silindir gibi ezip geçiyor. Henry Ford’un ABD’de yaptırdığı araştırmalar bunu ortaya koyuyor.(Henry Ford – Beynelminel Yahudi, Otağ Yayınları) Bu araştırma tüm coğrafyalar için de geçerlidir.

Musiki; kainatın ve  yaratılışın sırlı bir raksıdır. Ruh iklimlerinin dili ve ilacıdır..

Musiki; hayatımızla iç içe geçmiş, dil kadar önemli bir kitle iletişim aracıdır.

Musiki, benim ses ve söz vatanımdır; bayrağımdır.Coğrafyamın gönül dilidir.

Musiki; mutlu, uyumlu, moralli ve üretken insan tipine ulaşmada en yaygın, en ucuz, sınırları belirsiz, sürekli ve yaygın bir eğitim kurumudur. Bir okuldur, millet okuludur musiki.

Bugün müzik her yerdedir. Evde, sokakta, iş yerinde, araçta….her an, her mekanda kulağımıza dolmakta, ruhumuzu etkilemekte, kişiliğimiz üzerinde iz bırakmaktadır. Bir milletin önemli paydalarından olan müzik, ortak duyguların ürünü olduğu için, milli birliğin sağlanmasında da kullanılabilecek çok önemli bir vasıtadır.Mesela “bölücülük” meselesinin hallinde, Türk dünyasıyla kurulan  bağda müzik kullanılmadı.

Müziğin insan ve toplum hayatındaki yerini ve önemini araştıran bir filozof şu sonuca varıyor: “Ben şu memleketin şarkılarını besteleyeyim, kanunlarını kim yaparsa yapsın. Çünkü, bir milletin türkülerini yapanlar kanunlarını yapanlardan daha güçlüdür.”(A.g.e) Bir sanatçıyı dinlemek için stadyumları dolduran  kalabalıkları düşünürsek….

Bir Dokun, Bin Ah İşit!

Musikimiz, bir dokunsan bin ah ile cevap veriyor adeta. Yara aldığımız bu milli konunun imdadına gücü yeten yetmeyen herkes koşmalıdır. Müzik anarşisi, silahlı anarşi kadar önemsenmelidir.

Milli birliğimizin teminatı, yüce hislerimizin tercümanı olan müziğimiz; geçmişi muhafaza edilerek geliştirilmesi gerekirken, özellikle cumhuriyet sonrasında müziğimizi bir “el”, kültür vadimizden kovmuştur. İstiklâlini, Batı Emperyalizmi ile yaptığı eşsiz mücadeleyle kazanan bu millete rağmen, niçin batı müziği tercih edilmiştir? Bu ne gaflet, bu ne ihanet!

Toprağı ve mukaddes değerleri için her şeyini feda eden bu aziz millet, bu süreçte sinsi ikinci bir savaşla karşı karşıya kalmıştır: KÜLTÜR SAVAŞI.

1945 Yalta Konferansı’nda Türkiye’nin siyasi ve askeri alanda ABD’ye (NATO) bırakıldığını, ama kültürel sahada Batı kültürünün işgal alanı olması gerektiği kararının alındığını hatırlayalım.

Bugün kültür, bilim ve düşünce alanında, çok ciddi boyutta, hâlâ Batılı kavramlarla, isimlerle ve  kelimelerle kavga ediyoruz.Bu kavgayı caddelerimize, sokaklarımıza, kullandığımız eşyalardaki isimlere, resimlere ve  akademik dünyamıza  baktığımızda görüyoruz.

Ne acı ki, bu savaşta çoğu kere çoğu kere hançeri milletin yaralı bağrına saplayan ,“Batılılaşma” sevdasına  kapılan  kendi evlatlarımız olmuştur.

Dün de bugün de düşünce çatışmalarının, hatta siyasi, sosyal çatışmaların önemli bir nedeni Batı kültürünün kavramlarıdır. Yerli ve milli akademik dünyanın bu konuya çok acil  kafa yorması gerekiyor.Çünkü bilgi,fikir  kavramlarla üretiliyor.

1925’lerde müzikte alaturka – alafranga kavgası başlamış, müziğimiz ilkel, tek sesli,Bizans ve Arap müziğinin kopyası,suçlamalarına maruz kalmıştır.

Çevresindeki bütün milletlerin muziklerini etkileyen, bir okyanus olan müsikimiz, Batılılaşma tufanına uğramış; yıllarca radyodan, TV’den, konservatuvarlardan, okullardan kovulmuştur.Milletin şalvarı,sarığı yasaklandığı gibi türküsü,halayı da yasaklanmıştır.Bu bir kültürel sömürgeleşmedir.Dün böyleydi. Bugün de dünden çok farklı değil. Müziğimiz, folklorumuz kurumsal manada korunmamıştır. Devlete rağmen hâlâ halk; kültürüne, müziğine sahip çıkıyor.

Şehirleşmenin  getirdiği kültürel yozlaşma,Milli,yerli sosyolog ve psikologların,kültür bilim insanlarının incelemesini bekliyor.

Rahmetlik Aşık Veysel’in, Neşet Ertaş’ın Cumhurbaşkanlığı makamına çıkması sevindirici; ama yetersiz.Kültür ve sanat adamına sahip çıkmak devletin asli görevidir.Devlet böyle bir kaygı taşımadığı için bir çok değer yokluk içinde dünyaya veda etmiştir.

Millet olarak, hele aydınlar olarak “savaş” kavramını anlamış değiliz. Biz hep kuvvet  kullanma, göğüs göğse çarpışma olarak biliriz savaşı. Halbuki çağın savaş vasıtaları çoktan değişti.Makyavelist, takiyyeci; bilim, teknik ve sanat kılıfına sarmalanmış soğuk savaşın vasıtalarını ve taktiklerini , göremiyoruz.

Savaşta önce karşı tarafın ruhunu ve iradesini çözeceksin.Bu psikolojik harptir. Karşı tarafın iradesini sarstın mı savaş kazanılmış, demektir. İşte bugün düşmanlarımız müzikle, kültürel saldırılarla bunu yapıyor.

Ülkemiz üzerinde emperyalizmin ,oldukça belirgin  bir kültür baskısı, müzik baskısı var. ABD ve Batı, ülkemizin her ay ne kadar “Batılılaştığını” araştırma şirketleriyle kontrol ediyor. British GALLUB gibi birçok bilinen-bilinmeyen şirketin görevi budur. Çünkü sen Batı ve Dünya için çok önemli bir millet ve coğrafyasın.

Bildiğimiz gibi kültür ve fikir ajanları, kültür savaşını bulundukları ülkede, satın aldıkları basın-yayın organlarıyla, kalemlerle beraber yapıyor. Dün de bugün de Türkiye’de bir kısım basının ve özel televizyonların kimin sermayesiyle kurulduğunu, desteklendiğini bilmiyoruz. Gerçek şu ki, bu iş Dünya Kiliseler Birliği’ne,Soros  Rockefeller “vakıf”larına misyoner – mason sermayesine, mafya gibi ülkeyi sömüren gizli açık şirketlere, bankalara, bizim tükettiğimiz meşhur markalara kadar uzanıyor.

Tanzimat’tan bu tarafa, memleketin kültür kaleleri bir bir Batı’nın eline geçmiş. Çünkü biz “devlet”te, bürokraside, ekonomide etkin olamadık. Şu anda “Eh”……olmaya çalışıyoruz.

Yönetim,para,ithalat,ihracat,ihale bizim işimiz değildi.Mehmetçik iki yüz yıl üç kıtada can verdi.Mal azınlıklara ve dönmelere kaldı.

Bir ülkede kitle iletişim vasıtaları elde edilmişse, o ülke uzun vadede esir edilmiş demektir. Yabancı dizilerin, programların, müziğin istilası ve işgali hâlâ kesilmiş değil.

İşgaller bu çağda zihinde ve ruhta gerçekleşiyor. Bugün yerli dizilerin bir kısmı da yabancı yapımı hiç aratmayacak kadar gayri milli meydanlara çıkıp bağırarak çıkıp bağırarak “DEVLET nerede” diyesimiz geliyor.Ahlak ve edep dışı.Kavga,ölüm,intihar,aldatma…….

Emperyalizm, kültür yayılmacılığında çok hassas ve sinsidir. Diğer alanlarda kendisine gösterilen tepkiye ses çıkarmaz; ama, milli kültüre dönüş, kültür emperyalizmine saldırı başladı mı bakanlar görevden alınır, hatta hükümetler yıkılır. İşte milli eğitim bakanlarından Vehbi Dinçerler ve Hasan Celal Güzel’in (1987) görevden alınması.

 Bir gösteride ,Kaddafi’nin Batılı müzik aletlerini yaktırması,Batı’nın Libya’ya saldırmasına neden oldu. Ve daha dikkat çekici bir olay:

Gökhan Maraş’ın kültür bakanı olduğu dönemde (1991) meclise bir kanun teklifi sunulmuştu. Konu; radyo, sinema ve TV’de yabancı yapımlara %30- 40 oranında sınır getirilmesiydi. Aynı günlerde ABD’nin bize uyguladığı tekstil kotasını kaldırması için, o devrin başbakanı Özal, Amerika’ya gitmişti. Konu tekstil iken Sayın Bush, Özal’a önce meclise sunulan bu kanun teklifinin hemen geri alınması kartını uzatmıştı. Yorum sizin.