Bu adı batasıca virüs insanlığı sarsmaya başladı. Öyle ki, eski normallerin yerini hiç de benimsemediğimiz yeni normallere bırakmaya başladı. Ancak bu salgını küçük görenler, bana bir şey olmaz diyenler ve inanmayanlar hiç de azınlıkta değil.

Evet bu virüs çıplak gözle görünmüyor. Hatta normal mikroskoplarda da görünmüyor, ancak elektron mikroskopla görünüyor. Uzmanları diyor ki; “Bir milimetrenin bir milyonda biri büyüklüğünde. Bütün dünyadaki korona virüsleri topladığınız takdirde toplamda bir gram kadar bir ağırlığı oluyormuş…”

Adı batasıca çok küçük ama bütün dünyayı sarsıyor. Hatta ABD olduğu gibi iktidarları yerinden ediyor.

“Sınıf tanımadan, zengin fakir ayrımı yapmadan, gelişmiş ülke, gelişmemiş ülke farkı gözetmeden, siyah tenli, beyaz tenli, sarı tenli imiş hiç umursamadan herkesi birden eşitleyiverdi bu salgın.

İnananlar için de inanmayanlar içinde…

İbret alınacak o kadar çok şey var ki…”

İBRET ALMAK GEREK

Birkaç gün önce yerel bir haber sitesinde rakamlar paylaşılmış, geçen yıla göre bu yıl Kasım ayının ilk yirmi günü baz alındığında ilimizde ölenlerin sayısı bu süreç içinde 300’den fazla ama bu rakamın tamamı virüsten ölenlere ait değil. Ama ölüm oranlarımız bir yılda artmış.

Sosyal medyada arkadaşlar, testi pozitif çıkanları, ölenleri, yatanları, iyileşenleri paylaşıp dua istiyorlar. Bu arada Rabbimizden el-Şafi esmasıyla tüm hastalar için şifa istiyoruz. Allah(cc) bütün hastalarımıza tez zamanda iyilikler versin inşallah!

Peki ibret alıyor muyuz yaşananlardan? Veya bu yeni normallere alışacak mıyız? Yoksa bu virüsün hayatımızı değiştirmesine yardımcı mı olacağız?

Ben kendimce ilk soruya bugün cevap vermek istiyorum. Yani virüsteki ibretten bahsedeceğim.

Bir defa ölüm bize çok yakınmış, hiç ölmeyecek gibi yaşayan dostlar bir bir aramızdan ayrılıyor. Demek ki, yaşarken ölmeyi bilmek gerek.

İkincisi bu virüs bize temiz olun, temiz yaşayın, aranızdaki mesafeyi korursanız ben size bir şey yapmak diyor.  Siz bu ve benzer ibretleri sıralayabilirsiniz.

İNANMAYANLARA NE DEMEK GEREK

Gazeteci Mehmet Acet bir hafta önceki yazısında: “Ama bir de böyle bir virüs olduğuna inanmayan, inanmadığı için tedbir almaya da yanaşmayan bir grup var. Etrafınızda görüyorsunuzdur. Prof. Dr. Mehmet Ceyhan Hoca “En büyük problem bunlar. Bir türlü inanmayan bir grup var. Bunlara ne devletin dediği ne bizlerin dediği ne sizlerin, basının dediği işe yaramıyor.”

Peki, bu gruplara karşı ne yapmalı?

Ceyhan Hoca, Diyanet ve dini grupların devreye girmesi gerektiğini söylüyor:

“Cemaatler devreye sokulacak, din adamları devreye sokulacak o gruplara ulaşmak lazım.”

“Hutbe mesela çok etkili oluyor. Biz onu yaşadık. Kuş gribinde (2009 sonu 2010 başları) Diyanet İşleri Başkanlığının hazırladığı bütün metinlerde insanların neler yapması gerektiği, nasıl korunacağı hep yer aldı ve bir ay boyunca her Cuma, bu tekrarlandı.”

Korona pandemisi başladığından beri Diyanet’in yine sorumlu bir tutum sergilediğini söylememiz lazım.

Hatta diyebilirim ki, korona tedbirlerinin en ciddi şekilde uygulandığı yerler camiler oluyor.

Cuma namazlarında, vakit namazlarında maske, mesafe kurallarına herkes büyük bir ciddiyetle özen gösteriyor.

Cuma hutbelerinde korona karşısındaki ‘duyarsızlığın’ kul hakkına girdiği yönünde uyarılar yapıldığını da biliyoruz.

Ama belki, daha fazlasını yapmak, bu uyarıları sürekli hale getirmek faydalı olabilir.

İşin içinde ‘kul hakkı’ varsa, bu doğrudan dinin alanına girer, o yüzden…” Eyvallah

Ancak bu virüsü hafife alan kesim Müslümanlar değil, evet belki onların içinde de az da olsa var ancak sosyete kesim hiç kurallara uymuyor. Diyeceğim şu ki insanlık olarak bu virüsün adının batmasını istiyorsak, gerçek bir Müslüman gibi tertemiz olmalıyız…

Kalın sağlıcakla.