Mübarek Ramazan’a artık sayılı günler kaldı, inanın iple çekiyoruz sahuru, iftarı, teraviye, sıcak pideyi, komşuyu bir tas çorba ikramını, sonra geçmiş çocukluğumuzu ve beraberinde yitirdiğimiz değerlere bulabilmeyi umuyoruz...
Konumuz kaybettiğimiz değerler, bulunur mu bilmem ama insan yaşlandıkça daha hassas oluyor, geçmişindeki güzellikleri arıyor. Örneğin karşılıksız, menfaatsiz arkadaşlıkları. Mesnevi de bu konuya ayrı bir başlık açmış Mevlâna der ki: “Dostların hatası, yabancıların doğrusundan daha iyidir!” Bilmiyorum var mı şimdilerde böyle düşünen?
Devam ediyor: “O doğru sözlü Bilal, ezan okurken, “Hayyı alesselah, Hayyı alelfelah(Yani haydin namaza, haydin namaza…”Cümlelerindeki “Hayyı-Haydin, kelimesini “Heyyi” diye okurdu. Nihayet peygambere geldiler. “Ya Resulullah, bina yeni kuruluyor. Bu hata, hiç de doğru değil… Daha fasih bir müezzin getirseniz. Din daha yeni kuruluyor, doğruluk düzenlik daha yeni yeni meydana geliyor, dikkat etmek gerek. “Hayyı alelfelah’ı yanlış okumak ayıptır!” dediler. 
Peygamberin hiddeti coştu.” Ey insanlar; Allah yolunda Bilal’in Heyyi’si, yüzlerce ha’dan, ‘hı’dan, yüzlerce dedikodudan daha iyidir. İşi çok karıştırmayın da sırrınızı açmayayım, önünüzü sonunuzu söylemeyeyim. (Mesnevi 3. Cilt s. 14)
Benim anladığım Allah’a yakın samimi insanlar birbirini sevmeli, kusurlarını örtmeli, dostluklar unutulmamalı, şeklinde oldu, bilmem siz ne düşünürsünüz. 
HEPİMİZİN KUSURLARI VAR
Tabi insanoğlunun çoğu kendindeki kusurları görmek ve gidermek yerine, başkalarının kusurlarını araştırmaya meyillidir. Çünkü aklın tek başına doğru yolu bulmasının önünde hevâ, nefis, nefsani istekler, zaaflar, kişisel çıkarlar gibi engeller bulunur. Bunlara karşı kalbin samimiyet ve ihlas ile Allah'a yönelmesi sonucunda O'nun yardımıyla akıl selim/sağlıklı şekilde çalışır ve insana hidayet nasip olur.
Şunu söylemek istiyorum. İnsanlığın önünde hep iki seçenek vardır. Ya hayata anlam ve değer katacak, dünyayı yaşanabilir bir yere dönüştürecek, adaletin, merhametin ve kardeşliğin hâkim olabileceği hakikat medeniyetinin ihyasıyla yeni bir dünya inşa etmek ya da kendi eliyle her bakımdan intihara sürüklenmek...
Şimdiki zaman bu yol ayrımının tamda başı diye düşünüyorum. Eski düzenin sıfırlanması ya da resetlenmesi diyorlar ya, hani bazıları Yeni Dünya Düzeni diye adlandırıyor. İşte o kaybettiğimiz değerleri bulabilmek için, bu kurulacak yeni dünya düzeninde söz sahibi olabilmek; ahlakın temel alındığı o Asrı Saadeti biz kurmalıyız. 
Zor mu? Perdenin önüne bakarsanız zor gibi duruyor ama asla zor değil. Bu milletin asil kanında hakça bir düzeni kurma kabiliyeti vardır. Bunu 15 Temmuz’da gördük, yaşadık, tek başına tankların önüne çıkan o bacım,  yine tankların önünü kesen o yiğitler bu söylediklerime delildir!
 
KAYBETTİĞİMİZ EN BÜYÜK DEĞER 
Kaybettiğimiz en büyük değerlerden birisi de hikmettir.  Geçen okuduğum bir kitaptan not etmiştim hocamız diyor ki: “Hikmet, Rabbimizin bizim için en uygun olanı takdir etmesidir. Fakat bu hikmetin pratiğinde ise acı şurup, acıtıcı iğneler, hatta ve hatta ameliyat-ı cerrahiler vardır. Lezzete keyfe müptela nefsimiz ise bunlardan hoşlanmaz. İster ki hayatı elemsiz ve kedersiz geçsin
Evet mesele sırtını Allah’a dayamaktan ve gerekli tedbirleri almaktan geçiyor. O'na dayanarak, O'nun yolunda elden geldiğince, akıl ve gönül yettiğince- çabalayarak ve belki de en mühimi ve en zoruyla: Tevâzuyla hikmete boyun eğerek. Hikmete râm oluş insanoğluna ihtiyacımız var. 
Akif de kurtuluşu hikmete ram olmakta buluyor. "Allah'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete râm ol,
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol" diyor ya. 
Galiba kibirlerimiz bizi engelliyor bu yoldan alıkoyuyor, şeytan ile birlikte!  Zaten en büyük düşmanımızın üzerimizde kullandığı en önemli silahlardan biri bu kibir duygusu değil mi? O duygu ile savaşmak ne derece zorsa bence hikmete râm olmak da o derece zor. Allah hepimizi bu duygudan korusun. Ramazan ile birlikte kaybettiğimiz o güzelliklere de yeniden kavuştursun…
Kalın sağlıcakla