Dünden bu yana o kadar çok şey kaybettik ki artık öz kültürümüzden iyice uzaklaştık. Biz ki komşu komşunun külüne muhtaç diyerek, komşumuzu neredeyse mirasçımız olacak kadar kendimize yakın görüp, onların sadece hal ve hatırlarını sormaktan öte çorbamıza biraz fazla su katarak katığımızı paylaşırdık.

Evet, sevgiyi, saygıyı kaybettik, teşekkür etmeyi unuttuk.

Allah selamını vermeyi, birbirimize tebessüm etmeyi, hal-hatır sormayı unuttuk.

Bırakın gülmeyi, birbirimizin dertlerini dertlenmeyi unuttuk.

Teşekkür etmeyi, sabrı, kuşları yemlemeyi unuttuk.

Yağmura rahmet demeyi, ağabeye ede, amcaya emmi, halaya bibi demeyi unuttuk.

Tefekküre ve tevekkülü unuttuk, hep ‘ben’ dedik, ötekileri unuttuk.

Vicdanı sakladık kasaya, yetimin başını okşamayı unuttuk.

Örf, adet ve geleneklerimizi unuttuk.

Anne ve babamızı unuttuk, hatta gözyaşı dökmeyi unuttuk. Unuttuk da ne oldu, sonuçta kendi kendimizi de unuttuk.

Tarihimizi, tarihe yön verenlerimizi unuttuk

Şükrü ve kanaati, işi başlarken bismillah çekmeyi, sonunda elhamdülillah demeyi unuttuk.

Çalışmanın, üretmenin, tasarruf etmenin önemini unuttuk.

En önemlisi de birbirimize tahammül etmeyi, fikri saygılı olmalı ve güvenmeyi unuttuk…

Ve ahiret gerçeğini unuttuk.

Okumayı, yazmayı, kaleme yemin etmeyi unuttuk.

Öğretmenlerimizi unuttuk.

Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah olan Allah rızasını unuttuk.

UNUTTUK DA NE OLDU

Unuttuk da ne oldu, bambaşka biri olduk, sonunda kendimizden uzaklaştık, özümüzü unuttuk. Şimdi artık gönüller kazanamaz olduk.

Bir tutam sevgiyi birbirimizden esirgedik, âşık olmayı da unuttuk.

Biz ki, sabah rüzgârı ile Efendimize(sav) gönderirdik şiirlerimizde, şimdi onu da unuttuk, Yaratanı’da…

Unuttuğumuz daha çok şey var dostlar, unutmamak gerek.

Evet hiç kimse uzak denizlere açılan pusuladan vaz geçemez, işte biz pusulaması unutunca, kıblemizi de unuttuk.

Eski toplumlar hayatın sırlarını mitoslarla aydınlatmış, pişman olmuşlar unuttuklarına, cefa çekmişler tekrar kendilerine dönebilmek için ve biz şimdi bu kaybettiğimiz değerlere dönecek olsak belki bir asır geçecektir.

Sonuç, çağdaş antropolojiden çok şey öğrenebiliriz, bilim ve teknolojiyi kendimize dost da edinebiliriz, kitaplardan, barıştan, paylaşmaktan uzak da durabiliriz ama bu duruşumuz inanın bize bir şey kaybettirmeyecektir.

İşte halimiz, sokaktaki insana imanın şartını soruyorlar, kıblemizi soruyorlar bilmiyor. Gençlik zor zamanda arayış içinde, bilmem kaç bin deist ve ateist yetiştirmişiz.

Sonra mahkemelerin önünü, hapishaneler ve hastanelerin içine, huzur evlerine bir bakın dikkatlice; bakın bakın orada kaybettiklerimizi ve unuttuklarımızı bulacaksınız.

Değerli dostlar, için için eriyoruz. Babam rahmetli, hasta yatağındayken, diğer hasta arkadaşı Kasap Ali’ye, Fırıncı Hasan Emmiye, Tatlıcı Yunus amcayı selam gönderirdi.

Annem, neredeyse her gün komşuya çorba ve bazlama ikram ederdi, onlarda bizlere; şimdi karşı komşum bana selam vermiyor. Hepimiz öyle olmadık mı apartman hayatında!

Gelin bu defa da o eski düğünlere, bayramlara, sıra gecelerinin sıcaklığını, yardım elinin kutsallığına, sevgiye dönelim.

Kalın sağlıcakla.