Evet, kimsenin duymak istemediği acı gerçeği haykırmak istiyorum, zira içim yanıyor. Edebiyat şehrinde yaşıyorum ama ortada bir edebiyat şehri göremiyorum. Yalnız ben değil başka insanlar da göremiyormuş.  Ama her nasılsa şehrin her bir köşesinde edebiyat şehri olduğumuzu duyuyorum. Ve sürekli vurgulanıyor ya da öyle reklam ediliyoruz. Bu hoşumuza gidiyor. Bunun hoşumuza gittiğini bilen siyasiler de veriyor gazı, biz de öyle olduğumuzu herkesin düşündüğünü düşünüyoruz. Siyasilerin bu tür argümanları çok iyi kullandığını unutarak. Bu durumdan iki taraf da karlı ve mutlu biz öyle olduğumuzu düşünerek, siyasiler de bizi öyle hissettirerek ve bizim desteğimizi alarak. Ama ortada BÜYÜK BİR ACI GERÇEK var ki biz edebiyat şehri değiliz. Tam bir dondurma şehriyiz. Neden mi?

Öncelikle belirtmeliyim ki Türkiye ve dünyada dondurma ile şov yapabilen dondurmacılar sadece bizde. Dondurmamız tadı, dayanıklılığı ve kıvamıyla herkesin beğenisini kazanıyor. Ve birçok yerde, özellikle turistik yerlerde, Maraşlı ve Maraş dondurması aranıyor. Hatta Maraşlı olmasa bile Maraşlı gibi davranan ve Maraş dondurması sattığını iddia eden insanlar isteniyor. Şehrimize ait markalar tüm dünyada ve ülkemizde şubeler açıyor veya veriyor. Dünyaca ünlüyüz ve Roma dondurmasıyla baş edebiliyoruz. Dükkanlarımız en lüks alışveriş merkezlerinde ve en pahalı caddelerde açılıyor. Yani oldukça rağbet görüyoruz ve markamızı satabiliyoruz. Şehrimizde onlarca marka var ve her caddede her mahallede bir marka pastanemiz bulunuyor. Kendi şehrimizde bile onlarca marka pastaneleri var. Dondurma işi burada öğreniliyor. Daha sayılacak çok şey var ama bence yeterli ve bunlar dondurma şehri olduğumuzun açık ispatı.

Gelelim asıl konuya ve edebiyat şehri meselesine. Edebiyat şehri ne demek? Peki, biz neden edebiyat şehriyiz? Çünkü siyasiler ve biz öyle diyoruz da ondan. Çünkü biz bizdeki birkaç edebiyatçıyı ön plana çıkarıyoruz da ondan. Oysa diğer şehirler de kendi yazarlarını şairlerini sahiplense aslında birçok şehirde hayli edebiyatçı olduğu görülecektir. Hele de büyükşehirlerde. Bizi geçecek ve katlayacak birçok şehir çıkacak, onlar da azımsanmayacak kadar şair ve yazarları olduğunu görecektir. Biz sadece meşhur olanları toplayıp kendimizi edebiyat veya şairler şehri olarak tanıtıyoruz. Bana göre olan bu.

Peki, şehrin insanları kendisini böyle tanımlıyor diye iş öyle olur mu? Örneğin bir insan kendisinin iyi biri olduğunu söylese onun söylemesi ile o kişi iyi bir insan olur mu? Yoksa o kişiyi kendisinin sözüne göre değil de iyi adam kriterlerine göre mi değerlendirmeli? İşte biz de böyle yapmalı ve edebiyat şehri olduğumuz sözüne göre değil edebiyat şehri kriterlerine uyup uymadığımıza göre değerlendirmeliyiz. Edebiyat şehri nasıl olur?

Bana göre edebiyat şehrinin bazı kriterleri olmalı. Benim belirlediklerimden birkaç tanesine bakalım. Belki bunlara katılmayabilirsiniz, sizlerde kendinize göre sıralayıp ona göre değerlendirebilirsiniz.

Evvela, yeni yazar veya şairler için sürekliliği olan, her daim danışabilecekleri veya ders görecekleri büyüklerinden feyiz alacakları yol bulacakları,  bir edebiyat atölyesi veya kulübü olmalı.  Zira edebiyat şehrinde edebiyatçılar yetişir ve edebiyatçı yetiştiren bir değil onlarca yer, okul, kurs veya kulüp olur.

Saniyen, ülke çapında söz sahibi bir edebiyat dergimiz mevcut mu? Tüm ülkede ses getiren ve saygınlık bulan ülkede edebiyatçı olmak isteyen insanların yazı yazmak için can attığı, burada yazısı yayımlananların kendisini sınıf atlanmış olarak gördüğü ve saygın edebiyatçılarca yazılar yazılan bir edebiyat dergimiz olmalı. Ülkede saygın edebiyatçı sayılmak için bu dergide yazması gerektiğini düşünen yazarların olduğu bir dergiden bahsediyorum.

Salisen, şehrimizde edebiyatı çağrıştıran edebiyatla ilgili eserlerin ve heykellerin olduğu yer, cadde, sokak veya bir park olmalı. Şairler sokağı, edebiyatçılar parkı, ünlü edebiyatçıların heykellerinin olduğu sokak, meydan, cadde…

Eski edebiyat kitaplarının veya şair ve yazarların eşyalarının (daktilolarının el yazması eserler vb.) olduğu bir müze. Sadece şehrimize ait olmayan dünya ve Türk edebiyatından insanların ve eserlerin olduğu bir müze, park vb. edebiyat şehri isek dünya ve Türk edebiyatından izler ve renkler olmalı. Değil yabancı edebiyatçılar kadın edebiyatçıların bile sesi soluğu çıkmıyor. Onlar yok mu veya var da onların sesini biz mi duymuyoruz? Ya da sesleri mi çıkmıyor. Bu işte bir gariplik yok mu?

Ahiren, Türkiye çapında saygınlık gören ve tüm edebiyatçıların almak için yarıştığı saygın, hatta en saygın, bir edebiyat ödülümüz olmalı. En önemli noktalardan biri de bu oluyor. Edebiyatın en saygın ödülü edebiyat şehrinde verilmeli.  Tüm ülkede hatta dünyada ses getirmeli, dünya edebiyatçıları da bu ödülü almakla onurlandırılmalı ve onur duymalı. Artık bu ödül, Altın Dondurma mı olur, biber mi, kalem mi, divit mi, hokka mı olur onu bilemem ama böylesi bir ödülümüz var mı?

Hayır! Hayır! Hayır… Yok! Yok! Yok… Yalnızca koskoca hayırlar ve yoklar var.

O halde yine soruyorum: Biz nasıl edebiyat ve şairler şehri olabiliyoruz veya bununla övünebiliyoruz? Biri bana anlatsın, ben biraz kalın kafalıyım zira bu durumu anlamıyorum.