Zor bir yılı arkada bırakıp yeni bir yıla girdik. Gerçekten çok mu zordu yoksa biz mi zorlaştırdık. Ya da daha zor yılları yaşamış mıydık , ne de olsa insanız çabuk unutuyoruz.

Bu nedenle son yüz yılımızı şöyle bir gözden geçirelim bakalım.  Daha zorlu yıllarımız olmuş mu.

Kendi şehrimizden başlayalım. Yüz yıl önce 1920 11 Şubatında işgal güçleri olan Fransız askerlerini şehirden kovalamışız.

Yine bundan yüz yıl önce 16 Mart 1920 de İngilizler devletimizin başkenti olan İstanbul’u işgal etmişlerdi.

Osmanlı bu tarihte solunum cihazına bağlı son demlerini yaşayan bir hasta gibi fişinin çekilmesini bekliyordu.

Yemenden Hicaza, Filistin’den Trablusgarb’a bütün cephelerde sayısız şehit bırakarak Anadolu’ya sığınmış bir toplum vardı bundan yüz yıl önce bu topraklarda.

Yılgın, yorgun ve kızgın bir toplum. Koca imparatorluktan geriye kalan.

O tarihe kadar başı dik gezen Türk milleti milyonlarca gencini birkaç yıl içinde cephelerde bırakınca adeta yaşlılar yurduna dönmüştü.

İtalyanlar, Fransızlar buralarda durmanın bir yararı olmadığını görüp ülkelerine dönmeye karar vermişler, sadece İngilizler İstanbul işgalini sürdürmeye ve Anadolu’nun taşeron olarak tuttukları Yunanlılar tarafından işgaline destek oluyordu.

Yunanlıların İzmir’den Anadolu’ya girmeleri yılgın ve yorgun Anadolu insanına ağır gelmişti.Son bir gayret gerekiyordu. Bu çapulcu sürüsünü bu topraklardan atmak için. O da olmuştu Allahın izniyle. Artık huzur içinde dağında bağında tarlasında yaşamak istiyordu. Çünkü çok acılar görmüş artık takati tükenmişti.

Cumhuriyet ilan edilmiş, yeni bir devletin kuruluşu ilan edilmişti. Ancak bunlar insanımızın çokta umurunda değildi.

Çünkü iş yoktu aş yoktu. Anadolu yoklar coğrafyasıydı. Yine de dört elle tutunmaya çalıyorlardı hayata. Köyünde kasabasında, şehrinde yılların yorgunluğunu üstlerinden atıp azıcık aşım ağrımaz başım düsturu ile  yaşmaya çalışan millete bu defa da yeni kurulan laik devlet rahat vermiyordu.

Önce 1300 küsür yıldan beri Arapça okuna ezanı Türkçe okutmaya başladılar. Dinini öğrenmek için kendi çabasıyla bir şeyler yapmak isteyen Müslüman halka korku salarak engel olmaya çalıştılar.

Camilerin bir çoğunu çeşitli bahanelerle ya yıktılar, ya da uygunsuz işlerde kullanmak üzere gayri Müslim teba’ya kiraladılar.

Kıt kanaat geçinen milletin elinde ne var ne yoksa vergi diye aldılar. Bunu yaparken bu insanlar nasıl geçinecekler diye hiç dert edinmediler.

Bu millete bir lokma aş’ı bir lokma ekmeği bile çok gördüler.Millete öyle zülüm ettiler ki yapılan zulümler ” Sizin ettiğinizi bu millete ellik gavuru bile etmedi” diyerek  o yıllardan bu güne  unutulmaz bir söz olarak kaldı.

İnsanımız garip, insanımız yoksul diye üretim peşinde koşacaklarına, sanki bu insanlarda hınçları varmış gibi davrandılar. Dedelerim, ninelerim, hatta annem ve babam gençliklerinde yarı aç yarı tok, ayak yalın baş kabak, ikinci bir giyeceği olmadığı için gece yarıları el ayak çekilince pınarda hem yıkanıp hem de üstündekileri yıkayıp kurumadan üstüne giyerek üstlerinde kurutuyorlardı.

Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle  yeniden insan olduğunu hatırlayan ya da insan yerine konulan millete bu huzuru çok görüp 1960 da darbe ile bir kere daha darbe vurdular.

1970-80 arası ayrı bir acı, tam bir trajedi. Tek derdi vatan millet sevdası olan bir çok genci daha yirmili yaşlarda iken toprağa düşürdüler. Binlerce genç birilerinin tezgahı uğruna telef oldu. Bir çok şehri kurtarılmış şehir, sokakları bile rahatça gezilemeyen bir ülke, her gün onbeş yirmi gencin ölüm haberinin televizyonlarda verildiği bir ülke olarak tam on yıl bu acılarla yüz yüze kaldık.

Nihayet geldik 2020 yılının mart ayına. O günden bu güne bir virüs musibeti ile yatıp kalktık. Evlerimize kapandık. Annelerimizin, babalarımızın, kardeşlerimizin velhasıl en yakınlarımızdan uzak kaldık, cenazelerine bile sınırlı sayıda kişi katıldı. Camileri kapattık, hastaneler sınırlı sayıda doktorla hizmet verir oldu. Velhasıl zaten şehirlerde çok katlı binalarda yarı açık cezaevlerinde yaşar gibiyken bu musibetle kapalı ceza evi hayatını kolayca kabullendik.

Demek ki neymiş sıkıntı çile sadece bize ve bugün değil. Yüz  yıldır bu toprakların kaderi.

Ancak yılmak, tırsmak, pes etmek yok. Çünkü Mevlamız” Her zorlukla beraber birde kolaylık vardır” buyuruyor.

Sabır, metanet ve şükür ile bu sıkıntıları da aşarız inşallah. Bu toprakların her karışı şehit kanı ile sulanmıştır. O şehitler ki Allahın dinine yardım etmek için düştüler kara toprağa. Rabbim de o şehitler hürmetine bizlerden yardımını esirgemeyecektir.

Kalın sağlıcakla