Toplumumuzda yanlış değerlendirilen ve imanın şartlarından olan “Hayır ve Şer Allah’tandır” 

Sözlükte "iyilik, iyi, faydalı iş ve fayda" anlamlarına gelen hayır, Allah'ın emrettiği, sevdiği ve hoşnut olduğu davranışlar demektir. Sözlükte "kötülük, fenalık ve kötü iş" demek olan şer de Allah'ın hoşnut olmadığı, sevmediği, meşrû olmayan, işlenmesi durumunda kişinin ceza ve yergiye müstahak olacağı davranışlar demektir.

Her şeyin yaratıcısı olan Allah Teâlâ hayrı da şerri de irade eder ve yaratır. Çünkü âlemde her şey onun irade, takdir ve kudreti altındadır. Âlemde ondan başka gerçek mülk ve kudret sahibi, tasarruf yetkisi olan bir başka varlık yoktur. 

Allah'ın kudreti ile meydana gelen her işte ya kendimiz, ya başkaları, ya da toplum için birtakım faydalar bulunabilir. Bir şeyin şer olması bize göredir. Bir âyette bu husus şöyle açıklanmaktadır: "Umulur ki, hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırdır. Ve yine umulur ki, sevdiğiniz bir şey de sizin için şerdir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir" (el-Bakara 2/216). Bir şeyin şer sayılmasının gerçeğe ve sonuca uymayışına şöyle bir örnek verilebilir: Hz. Peygamber'in yurdundan ayrılmaya zorlanıp Mekke'den Medine'ye hicret etmesi ilk bakışta birçok kimseye şer olarak gözükmüş ise de, bu olay bir süre sonra Mekke fethi gibi iyi bir sonuca ortam hazırlamış ve nice hayırlı gelişmelere vesile olmuştur.

 “Hayır ve Şer Allah’tandır” ifadesinin açılımı şudur. Hayır fiilleri ve şer yani kötü fiilleri yaratan Allah’tır. Zaten bütün yaratılma işlemleri Allah tarafından gerçekleştirilir. Yoksa insanları kötü işleri yapmaya zorlayan Allah değildir. Allah kullarının hayır işleri yapmasını ister ama şer fiillerin yapılmasını istemez ve buna da rızası yoktur. Kul kendisi kötü bir iş yapmak ister ve bunda da ısrarcı olursa Allah’ta o fiili yaratır.

Erzurumlu İbrahim Hakkı’ ya kulak verelim

Hak şerleri hayreyler

Zannetme ki gayreyler

Ârif ânı seyreyler

Mevlâ görelim n’eyler

N’eylerse güzel eyler.

Zünnun-ı Mısrî anlatıyor:

Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehir kenarında bir de baktım ki, büyük ve korkunç bir akrep bana doğru geliyor. Çok korktum. Şerrinden Allah’a sığındım.

Fakat garip bir şeyler oluyordu. Anlatayım:

Akrep nehre geldiğinde, sudan büyük bir kurbağa çıktı ve akrebe doğru ilerledi. Akrep kurbağanın sırtına bindi; suyun üzerinde yüzüp gittiler. Ben de onların arkasından yüzüp, peşlerini takip ettim.

Nehrin karşı yakasına geçtiklerinde, akrep kurbağayı bırakıp dalları büyük, gölgesi çok olan bir ağacın altına gitti. Ağacın altında Allah’a asi bir genç mışıl mışıl uyuyordu.

Kendi kendime:

“Lâ havle velâ kuvvete illâ billah. Bu akrep nehrin öte kıyısından buraya bu genci sokmak için geldi” dedim. Akrep gence yaklaştığı zaman hemen onu öldürmeye karar verdim ve akrebe yakın bir yerde durdum.

Fakat bir de ne göreyim; karşıdan sürünüp gelen büyük bir yılan, uyuyan gence doğru hızla aktı. Ben dehşet aldım ve tam yılana hücum edeyim de genci kurtarayım derken; akrep yılana saldırdı, hızla yılanın üzerine çıktı ve yılanın başını sokmaya başladı. Öyle soktu ki, yılanı öldürmeden bırakmadı.

Yılan öldükten sonra, akrep hızla nehre döndü. Kurbağa onu nehir kıyısında bekliyordu. Akrep kurbağanın sırtına bindi. İkisi birlikte tekrar nehrin öteki kıyısına geçtiler.

Ben arkalarından onlara bakıp kaldım.

Nihayet dönüp gencin yanına geldim, uyuyan gencin başucunda durarak şu beyitleri söyledim:

“Ey uyuyan genç, Allah seni karanlığın içindeki her türlü kötülükten korur. Yüce Allah’tan gözler nasıl uyur ki, sana Ondan bütün nimetlerin faydaları gelir.”

Genç benim bu sözlerimden uyandı. Kendisine olayı anlattım. Bunun üzerine genç tövbe etti, kötülüklerinden pişman oldu. Günahları için ağladı ve ölünceye kadar hayatı tövbekâr olarak devam etti.