Hayatını anlattığı Sergüzeşt-i Seyyidinâ adlı eserinde aslen Güney Yemen'de hüküm süren Himyerî krallarının soyuna mensup olduğunu, babasının Yemen’den Kûfe’ye göç ettiğini, oradan da Kum’a ve nihayet Rey şehrine geldiğini ve kendisinin de burada doğduğunu yazmaktadır.

Hasan Sabbah, felsefî ilimler, kelam, mantık, fıkıh ve riyaziyyat sahasında köklü bilgi sahibiydi. Selçuklu Veziri Nizamülmülk ve Ömer Hayyam'ın arkadaşı olduğu ancak Nizamülmülk'ün vezir olmasından sonra aralarında çıkan anlaşmazlıktan sonra Mısır'a kaçtığı rivayet edilmektedir. Ancak doğumları arasında yaklaşık 30 yıl olan Nizamülmülk ile Hasan Sabbah'ın aynı hocanın öğrencisi olması uzak bir ihtimaldir.

Din alimi olmak isteyen Hasan Sabbah, 17 yaşındayken Emire Zarrab adlı bir Fatımî daisiyle karşılaştı ve onun konuşmalarından etkilenerek İsmailliyye mezhebine intisap etti. Eğitimine bu yönde devam eden Hasan Sabbah, 1078'de Mısır'a geçti.

Hilafet ve devlet yönetimine ilişkin görüşleri nedeniyle hapse atıldı, daha sonra da ülkeden sürüldü. Dokuz yıl boyunca İran'da Batınîlik propagandası yaptı.

Hazar denizi sahillerinde ve dağlık bölgelerinde başına buyruk yaşayan savaşçı bir kavim oturuyordu. İran'ın eski hükümdarları bu insanları hiçbir zaman itaat altına alamamışlardı. Hasan Sabbah en büyük gayretini bu bölgede harcadı ve dağlardaki muharipleri kendi saflarına çekerek yöre halkını da kazandı. Bu sırada faaliyetlerini dikkatle izleyen Selçuklu Veziri Nizamülmülk, Rey'deki görevlilere onu yakalamaları için emir verdi fakat Hasan Sabbah kaçmayı başardı. Sonunda 1090'da Rûdbâr vadisinde kendisine seçtiği karargah bölgesinde Nizarî-İsmailî Devleti'ni kurdu.

Yaptırdığı yeni tahkimat ve yiyeceklerin uzun süre bozulmadan saklanabileceği depolarla kaleyi kuşatmalara dayanıklı, ele geçirilemez bir hale getirdi. Böylece askerî karargâh ve idarî merkez olarak kullandığı Alamut’tan düzenlediği operasyonları idare etmeye başladı.

Nizarî-İsmailîler'in gayesi dini olmaktan çok siyasiydi ve kendi görüşlerini halka zorla benimseterek mevcut sosyal ve siyasal düzeni çökertmeyi hedefliyordu. Birçok din ve devlet adamını kendilerine has metotlarla ortadan kaldırdılar. Bazı insanları da propaganda veya tehditle kendi mezheplerine çektiler.

Hasan Sabbah adamlarına cennet vaad ediyor ve kendilerini bekleyen mutluluğu dünyada iken tatmaları için esrar içiriyordu; böylece onları her türlü emrini yerine getirmeye hazır hale getirmişti.

Hasan Sabbah ayrıca, devlet içine yaptığı sızma hamleleriyle de oldukça büyük tehdit oluşturuyordu. Adeta devlet içinde devlet oluşturma çabası içine giren Sabbah, İslam tarihinde ‘paralel’ devlet yapılanmasının ilk örneklerinden birini göstermiş oldu. 

Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, İslam dünyası için ciddi bir tehlike oluşturan Hasan Sabbah ve adamlarıyla mücadeleyi bir devlet politikası haline getirdi. Fakat Nizamülmülk ve Melikşah'ın art arda şüpheli ölümleri sonucu mücadele yarım kaldı.

Bazı eserlerde Sultan Melikşah ile Hasan Sabbâh arasında mektup teâtisinden bahsedilmektedir. Buna göre Sultan Melikşah, Hasan Sabbâh’ı yeni bir din icat etmekle ve bazı cahilleri aldatmakla suçluyor ve eğer hatasında ısrar ederse kalelerini yerle bir edeceğini ifade ediyordu. Hasan Sabbâh ise verdiği cevapta müslüman olduğunu, Abbâsîler’in hilâfeti gasbettiğini, hilâfetin gerçek sahibinin Fâtımîler olduğunu söylüyor, sultanı Nizâmülmülk’ün entrikalarına karşı uyarıyor ve Selçuklu Devleti’ni tehdit ediyordu. Ancak böyle bir mektuplaşmanın olmadığı, sonraki dönemlerde propaganda amacıyla uydurulduğu belirtilmektedir.

Melikşah'ın ölümünden sonra Batınîler cinayetlerini artırdı. Hasan Sabbah'ın fedailerinin estirdiği terör havasından endişeye kapılan devlet adamları Sultan Berkyaruk'u uyararak tedbir alınmadığı takdirde telafi edilemeyecek zararlara uğrayacaklarını söylediler. Bunun üzerine başlatılan harekatta 300 kişi öldürüldü. Bağdat'ta Batınîlerin yakalanması için halifeye haber gönderildi. Ancak pek başarı sağlanamadı. Batınîler, Sultan Muhammed Tapar devrinde de cinayetlerini sürdüler.

Hasan Sabbah'la mücadeleyi kafirler üzerine yapılacak gazadan daha üstün tutan Muhammed Tapar, onunla ciddi bir şekilde mücadele etemk için harekete geçti. Batınîlere ait kale ele geçirildi ve sorumlusu öldürüldü. Bir başka seferde Hasan Sabbah'ın Suriye'deki vekilleri de öldürüldü.

Muhammed Tapar Alamut ve Hasan Sabbah'ı ele geçirmek için kuşatma başlattı. Yaklaşık bir yıl süren kuşatma sonunda Hasan Sabbah ve adamları açlıktan perişan bir duruma düşmüşlerdi. Kale alınarak fitne fesat yuvası temizlenmek üzereyken Sultan Muhammed Tapar'ın ölüm haberi geldi ve askerler kuşatmayı kaldırıp İsfahan'a döndüler.

Sultan Sencer, Batınîlerle mücadeleyi sürdürmek istedi ancak Hasan Sabbah onun hizmetindeki bir cariyeyi kandırırak başucuna bir hançer saplattı ve onu öldürtebileceğine dair haber gönderdi. Böylece gözü korkutulan Sultan Sencer, Hasan Sabbah'la uğraşmadı ve ona belli şartlarda eman verdi.

Parlak bir zekaya, basiretli, kabiliyetli, cebir, geometri, astronomi, sihir ve dinî ilimlere vâkıf bir kişi olan ve düzenli örgütüyle, etrafa dehşet saçan Hasan Sabbah, 23 Mayıs 1124 tarihinde aralıksız 35 yıl faaliyet gösterdiği Alamut Kalesi'nde öldü.

Hasan Sabbah'a göre otoritenin temel kaynağı Allah tarafından tayin edilen imam-ı ma'sumdur; şeriat ve ilahiyat ancak hakikatin temsilcisi olan imamın talimiyle öğrenilebilir. Sadakat ve itaati esas alan bu öğreti Hasan Sabbah'ın elinde güçlü bir silaha dönüştü ve mevcut düzen için siyasi, içtimai ve dini bakımdan büyük tehlike haline geldi. Onun çağdaşı olan Gazali, Batınîliğin bu görüşlerini reddetmek amacıyla Feḍâʾiḥu’l-Bâṭıniyye adlı bir eser yazmıştır.

Editör: Haber Merkezi