Anadolu’nun manevi mimarlarından olup, doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen fakat kaynaklarda doğum tarihi olarak  (730/1331) gösterilen, Hicri IX. asrın önde gelen velilerinden biri olan Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri, asıl adı Hamid Hamidüddin’dir. Babasının adı, Şeyh Şemsettin Musa El- Kayseri’dir. Annesinin adı ise tam olarak bilinmemektedir. Dedesinin adı ise Abdullah olarak bilinmektedir. İç Anadolu’nun Kayseri ilinin Talas ilçesine bağlı Akçakaya Köyünde dünyaya gelmiştir. “Somoncu Baba” olarak da bilinen Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri, Osmanlı padişahlarından Yıldırım Bayezıt Han döneminde yaşamış olup soyu Peygamber Efendimiz Hz. Muhammet (sav)’e ulaşır, yirmi dördüncü kuşaktan torunudur ve seyyittir. Şeyh Hamîdüddin Aksarâyî adıyla da bilinen Somoncu Baba, çağdaşı ve muhtemelen müridi Kemal Ümmî’nin bir mersiyesinden asıl adının Abdullah olduğu anlaşılan Şeyh Hamîdüddin, kaynakların pek çoğunda Kayserili diye gösterilir.[1] Abdurrahman el-Askerî ise Mir’âtü’l-ışk’ta Aksaray’da doğduğunu yazmaktadır.[2] Atalarının Türkistan’dan geldiği rivayet edilir. Hamîdüddin Aksarâyî ilk tasavvufî eğitimini babası Şeyh Şemseddin Mûsâ’nın yanında aldıktan sonra Dımaşk’a giderek zâhirî ilimleri öğrendi. Lâmiî, onun Dımaşk’ta Bâyezîdiyye Hankahı’nda uzun yıllar bir şeyhe hizmet ettiğini, Bâyezîd-i Bistâmî’nin ruhaniyetiyle terbiye edildiğini ve Üveysî olduğunu kaydeder. Diğer kaynaklarda ise asıl şeyhinin Safeviyye tarikatının pîri Safiyyüddin Erdebîlî’nin torunu Alâeddin Erdebîlî (ö. 832/1429) olduğu vurgulanmaktadır. Bu kaynaklarda, Hamîdüddin’in Dımaşk’ta iken aradığı iç huzuru bir türlü bulamayıp mürşid aramak için yola çıktığı, Tebriz yakınlarındaki Hoy şehrinde yaşayan Şeyh Alâeddin Erdebîlî’nin yanına gittiği, zikir meclisine katıldığı ve ona intisap edip tasavvuf yolunda büyük ilerlemeler kaydettiği belirtilmektedir.[3]                Alâeddîn-i Erdebîlî, bir gün Hamîd-i Aksarâyî’ye:  “Artık bizden öğrendiğin ilmi, Allahü teâlânın dînini, insanlara öğretmek üzere Anadolu’ya git!” buyurdu. Ona böylece, insanları yetiştirmek için icâzet, diploma verdi. Büyük bir âlim ve velî-yi kâmil olarak Kayseri’ye döndü. Burada insanlara irşad vazifesinde ve nasihatlerde bulundu. Yapmış olduğu bu nasihatler hasta gönüllere şifa oldu. Ondan feyz alan birçok talebesi oldu. Hamîdeddîn hazretleri, mânevî bir emir üzerine Tebriz’e gitti. Tebriz’den de Anadolu’ya gelip, Bursa’ya yerleşti. Hacı Bayram-ı Velî, sık sık Bursa’ya gelip hocasını ziyâret ederdi. Hamîdeddîn hazretleri, Bursa’da bir ümmî gibi hareket edip, ilminin varlığını kimseye belli etmedi. Hamîdeddîn hazretleri Bursa’da bir fırın yaptırdı. Fırınına merkebiyle dağdan odun getirir, onunla ekmekleri pişirirdi. Ekmek küfesini sırtına alarak: “Somun! Müminler somun!” diye dolaşır, geçimini bu yolla sağlardı. Halk bu fırıncıya “Somuncu Baba” der ve onun pişirdiği ekmeğin lezzetine doyamazdı. Somuncu Baba ekmek satmaya başlayınca, herkes peşinden koşar, ekmeğini kapışırdı. Somuncu Baba’nın fırını, Molla Fenârî Mahallesinde, Ali Paşa Çınarı civârında olup, iki gözlüydü. Fırının bitişiğinde de, ibâdet ettiği bir odası vardı. Odanın kıble cihetinde de, nefsini terbiye etmek için kullandığı bir çilehânesi mevcuttu. Hep, halk içinde Hak ile olmağa gayret etti. Yıldırım Bâyezîd Han, Niğbolu zaferinden sonra Bursa’da Ulu Câmi’yi yaptırmaya başladı. Câminin inşâsı sırasında, çalışan işçilerin ekmek ihtiyâcını Somuncu Baba temin etti. Câminin yapılması bittikten sonra, bir Cumâ günü açılış merâsimi yapılacağı îlân edildi. O gün başta Yıldırım Bâyezîd Han, dâmâdı Seyyid Emîr Sultan, Molla Fenârî hazretleri, ulemâdan pek çok kimse ve Bursalılar Ulu Câmiyi doldurdular. Yıldırım Bâyezîd Han, câminin açılış hutbesini okumak üzere Emîr Sultan’a vazîfe verdiğinde, Emîr Sultan: “Sultânım! Zamânın büyük âlimi buradayken, bizim hutbe okumamız uygun değildir. Bu câmi-i şerîfin açılış hutbesini okumaya lâyık olan zât şu kimsedir.” diyerek, Somuncu Baba’yı gösterdi. “Şöhret âfettir.” hadîs-i şerîfini bildiği için, bundan titizlikle kaçınan Somuncu Baba, Pâdişâhın emri üzerine minbere doğru yürüdü. Emîr Sultân’ın yanına gelince: “Ey Emîr’im, niçin böyle yapıp beni ele verdiniz?” dedi. O da: “Senden ileride bir kimse göremediğim için öyle yaptım.” cevâbını verdi. Cemâat hayret ederek bu konuşmaları dinliyor, Somuncu Baba’nın hutbesini merakla bekliyorlardı. Minbere çıkan Somuncu Baba, öyle bir hutbe irâd etti ki, o zamana kadar Bursalılar böyle bir hutbeyi hiç işitmemişlerdi. Bursalılar, ancak bundan sonra Somuncu Baba’nın büyüklüğünü anladılar. Somuncu Baba, hutbede: “Bâzı âlimlerin, Fâtiha-i şerîfenin tefsirinde müşkilâtı, anlayamadığı kısımlar vardır. Onun için bu sûrenin tefsirini yapalım.” buyurarak, Fâtiha sûresinin, yirmi ana ilim üzerine yedi türlü tefsirini yaptı. Nice hikmetli sözler beyân eyledi. Herkes hayretinden şaşırıp kaldı. Başta Molla Fenârî hazretleri: “Somuncu Baba, önce bizim Fâtiha sûresinin tefsirindeki müşkilimizi kerâmet göstererek halletti. Onun büyüklüğüne, bu yedi çeşit tefsir, âdil bir şâhittir. Fâtiha’nın ilk tefsirini cemâatin hepsi anladı. İkinci tefsîrini bir kısmı anladı, üçüncü tefsîri anlayanlar çok az idi. Dördüncü ve sonrakileri anlayanlar içimizde yoktu.” demekten kendini alamadı. Cumâ namazından sonra bütün cemâat, Somuncu Baba’nın elini öpmek, duâsını almak istedi. Cemâatin bu arzûsunu kırmayan Hamîd-i Velî hazretleri, kapıda durdu. Ulu Câminin üç kapısından çıkan herkes; “Ben Somuncu Baba’nın elini öpmekle şereflendim” diyordu. Somuncu Baba, yine kerâmet göstererek, Allahü teâlânın izniyle her üç kapıda da aynı anda bulunarak cemâate elini öptürmüştü. Namazdan sonra Hamîd-i Velî’nin evine giden Molla Fenârî; “Talebeniz olmakla şereflenmek istiyorum.” deyince, Somuncu Baba ona teveccüh ederek duâlarda bulundu. Bursa’dan ayrılarak Aksaray’a geldi. Burada ömrünün sonuna kadar İslâmiyeti yaymak, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmek için uğraştı. Artık ona Hamîd-i Aksarâyî denilmeğe başlandı. Hacı Bayram-ı Velî ile hacca gittiler. Dönüşlerinde, Hacı Bayram’ı kendisine halîfe, vekîl tâyin etti. İnsanlara doğru ve hak yolu öğretmekle vazifelendirdi.                  Hamîd-i Aksarâyî hazretleri, doğum tarihinde olduğu gibi vefatı da tam olarak bilinmemektedir ancak mevcut olan kaynaklarda ve eserlerinden de anlaşılacağı üzere 1412 (H.815) senesinde vefât etmiştir. Cenâze namazını Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri kıldırmıştır. Geriye üç erkek ve bir kız çocuk (Baba Yusuf Hakiki, Halil Baba, Mehmet Said Taybi ve Mahmude)[4] bırakarak, bugünkü türbesinin olduğu yere defnedilmiştir. Türbesi Aksaray Kabristanının ortalarındadır. 1980 (H. 1400) senesinden îtibâren, Aksaraylı Şâhin Başer Beyin gayretleriyle türbesi yeniden tâmir edilerek bugünkü hâle gelmiştir. Somuncu Baba’nın çilehânesini ve türbesini ziyâret edenler, rûhâniyetinden fevkalâde feyz ve bereketlere kavuştuklarını, dünyâyı unuttuklarını söylemişlerdir. Onu vesîle ederek Allahü teâlâya yapılan duâların kabul olduğunu bildirmişlerdir.[5] Somuncu Baba, zahiri ve bâtini ilimlerdeki derin bilgisine rağmen, çok az eser vermiş veya çok az eseri bize ulaşmış bir alim kişidir.                Eserlerinden, tasavvuf lisanı ile yazdıkları “Şerh-i Hadis-i Erbaîn” kemallerine şahit olduğu gibi, Emîr Sultan ve Molla Fenarî gibi yükse'î şahsiyetler dahi kemallerini tasdik etmişlerdir. [6] Ayrıca Zikir Risâlesi ve Silâhu’l-Mürîdîn adlı kitaplarıyla birlikte üç eseri olduğu bilinmektedir.                Somoncu Baba’nın hayatını kısaca özetleyecek olursak, edindiğimiz bilgiler doğrultusunda üç döneme ayırabiliriz: “Kayseri Hayatı, Bursa Hayatı ve Aksaray Hayatı” diye. Bu illerde yaşayarak insanlara hem maddi hem de manevi olarak iyiliklerde ve yardımda bulunmuştur.   Tasavvufi (Hayatı) Görüşü               Somoncu Baba’nın Efendimizin soyundan gelmesi hasebiyle tasavvufa ve tarikata bakış açısı çok derin, ince ve hassastır. Bunu da kendisinin eserlerinden ve hakkında yazılı olan eserlerden açık ve net bir şekilde görmekteyiz ve anlamaktayız. İşte bunlardan bazılarını şu şekilde ifade edelim.   Somoncu Baba, Anadolu’nun maddi ve manevi imarında manen vazife almış büyük Horasan erenlerinden biridir. O’nun tarikatı babası vasıtasıyla aldığı Ebheriyye, Şam’daki Bayezidiye Dergahından aldığı Bistamiyye ve Erdebil meşayıhları vasıtasıyla aldığı Halvetiyye veya Şeyh Safiyyüddin’e nisbetle Safeviyye tarikatlarından oluşan         “Mecma’ut- Turuk” görünümündedir.[7]   Bundan dolayıdır ki Somoncu Baba, tarikata, tasavvufa ve zikre büyük bir önem vermiştir ve bunların usul ve kaidelerini büyük bir titizlikle yerine getirmeye çalışmıştır. Bunu da dilerseniz Somoncu Baba’nın bizzat kendi dilinden özetleyelim: “Bizim seyr ü sülukumuz ve tarikatımızda ‘La ilahe illallah’ı gizli aşikar, farzlardan, nafilelerden, sünnetlerden ve sair ibadetlerden sonra, hazarda seferde, gece-gündüz, tek başına ve insanlar içinde zikretmek esastır. Gerçek şu ki: bu yol, en sahih ve Allah’a en yakın yoldur.” der.[8] Zikrin kısımları vardır; Avarif Sahibi zikri şöyle taksim eder: Zikir, sırr ile zikir ve ruh ile zikirdir. Ruh ile zikir sırrı; sırr ile zikir kalbi; kalp ile zikir dilin zikrini murakabe eder. Kalbin zikri ef’ali zikridir; sırrın zikri sıfatı zikridir ve ruhun zikri de Zat’ı zikirdir. Bazı muhakkikler zikri altıya ayırırlar: mübtedi için zahiri ve batini zikir; mutavassıt için kalp ve sırrın zikri ve müntehi için de ruh ve hafi’nin zikridir. Hülasa, zikirden murad, insanın Allah’a yakınlaşması ve masivadan uzaklaşmasıdır. Zikrin şartları ve edepleri ise şunlardır: Bütün ma’sıyetlere ve hatalara tevbe etmek. Bu da ya doğrudan Allah ile kul arasında olur veyahut da müttaki bir Şeyh’ten tevbe alır. Zikir esnasında meleklerin ve salih cinlerin hazır bulunabilmesi için gusletmek, abdest almak, elbisesini temiz tutmak ve güzel koku sürünmek. Zikirden evvel üç defa salat ü selam getirmek ve şu duayı okumak: “fein tevellev fekül hasbiyi allahü la ilahe illa hüve aleyhi tevekkeltü ve hüve rabbül arşil azim, rabbe euzü bike min hemezetiş şeyatin veve sevisihim vehemzihim velemzihim  ve euzübike en yehdurun.”[9] Şeyhin hayalini karşısında tasavvur etmek. Zikir esnasında kalp ile dilin bir olması yani ihlas ile zikir edilmesi de şarttır. Zikir halindeki hareket hali de önemlidir. Zikir ya vezinli olarak yapılır ki bu da şöyledir: kalbine gözlerini dikerek, oradan ‘la’ kelimesini alır. ‘ilahe’ kelimesi ile bunu arka tarafına atar. Bu hareketi ile sanki kalbindeki masivayı atmış ve çıkarmış olur. Saol taraftan ‘illallah’ kelimesini söyler. Kalbinin murakabe eder ve kalbini boşaltır. Ya da vezinsiz zikir yapılır ki bu da şöyledir: nefis ile ceset yağ ile süt gibi karışmış kabul edilir. Yağın sütten ayrılması için müridin uzun zaman sağa sola hareket etmesi gerekir. Bu tarifi yapan Somoncu Baba, burada bir ikazda bulunur: Bu rumuzdan asıl manayı anla, itiraz etme. Aksi takdirde zevk ehline itiraz, insanı delalete götürür. En iyisini Allah bilir. Mürid, zikir meclislerinden asla uzak kalmamalıdır. Zira bereket ve rahmet, cema’at iledir.[10]                 Somoncu Baba’ya göre en faziletli dualar, Allah ve Resulünün bize öğrettiği dualardır. Bunlar da Kur’an ve sahih hadislerde geçmektedir. Burada Silah’ul Müridin adı altındaki bir risalesinde  bu duaları topladığını ve daha fazla dua okumak isteyenlerin meşayıhın dualarını okuması gerektiğini ifade etmektedir.[11] Somuncu Baba “Hankâh-ı Bayezediyye” (Bayezidi Bestami tekkesi)’ de bulunan tarikat pirleri ile sohbetlerde bulundu, Bayezid-i Bistami’nin ruhaniyetinden manevî terbiye aldı, Hankah'ı Bayezidiyye’de bir şeyhin hizmetinde bulunmuş, ilmî çalışmalarına devam ederken tasavvufî hayata yönelmiş, kalbî seviyesini yükseltmiştir. Aldığı manevî emir üzere Tebriz yakınlarında Hoy kasabasında zamanın Gavs-ı Şeyh Safiyüddün İshak’ın torunu Hace Alaaddin Nur'u Muhammediyye mişkad olduğunu öğrenince ona teslim oldu. İbadet, riyazet ve hizmetle üstün derecelere kavuşmuş, Hace Alaaddin Erdebili, ömürleri nihayete ermek üzere bulunmakta iken hüviyet ve hilavet sırrını anladığı Ebu Hamîd'i sevinçle karşılamış. Hace Alaaddin Erdebili, bir gün ona: “ Artık bizden öğrendiğin ilmi, Allah Teâlâ’nın dinini, insanlara öğretmek üzere Anadolu’ya git!” buyurmuş, Hocasının Somuncu Baba’ya olan alakası ve insanları yetiştirmek için icazet vermesi hased edici kimselerin ona karşı buğz etmelerine sebep olmuştur. Hace Alaeddin, Hâmid-i Aksarayî’yi vazifelendirip, talebeleriyle “Şemseddîn-i Tebrîzî Makamı” denilen yere kadar uğurladı. Hocası Hamîd-i Aksarayî’ye buğz eden ve onu kıskananların da bulunduğu yöne dönerek, “Hâmideddîn’in arkasından, gözden kayboluncaya kadar bakınız. Eğer dönüp bizden tarafa bakarsa, Anadolu’da onun ilminden istifâde ederler. Şayet bakmazsa, onun ilminden hiç kimse istifâde edemez” buyurdu. Bunun üzerine Hâmid-i Aksarâyî’nin arkasından baktılar. Bu hâli Cenâb-ı Hakkın izniyle anlayan Hamîd-i Aksarayî, gözden kaybolmadan önce iki defa arkasına baktı ve onların hasedlerini giderdi. Ebu Hamîd, Hace Alaaddin Erdebili'den “Velayet Nuru”nu, dinî ve dünyevî ilimlerle ilgili icazet aldıktan sonra aldığı emir üzerine büyük bir alim ve veliyy-i kâmil bir velî olarak irşad vazifesi için Anadolu’ya yani Kayseri’ye dönmüştür. Somuncu Baba Sultân’ül-Ârifîn Bayezîd-i Bistâmî’nin ruhâniyetinden manevî terbiye almış, Hızır aleyhisselâm ile sohbetleri olduğuna dair rivayetler vardır. Buna göre Somoncu Baba Üveysiyy’ül meşrebdir. Bu makamın “kutb-u a’zam”a nispeti vardır. Bu makamlar, Makam-ı Hızır, Makam-ı Üveys diye tabir edilir.   [1] Lâmiî, s. 683; Mecdî, s. 74; İsmâil Hakkı Bursevî, s. 70; Harîrîzâde, vr. 172a [2] Erünsal, s. 204 [3]a.g.e., s. 203; Sarı Abdullah Efendi, s. 227; La‘lîzâde Abdülbâki, vr. 129b-130a [4]Arşiv Belgeleri Işığında Somoncu Baba ve Neseb-i Alisi, s. 89 [5] Rehber Ansiklopedisi, 7. Cilt s.72 [6] Osmanlı Müellifleri, 1. Cilt s. 337-338 [7] Yılmaz, Somoncu Baba Sempozyumu, sh.22-23 [8] Arşiv Belgeleri Işığında Somoncu Baba ve Neseb-i Alisi, s. 441 [9] A.g.e s.441 (eserde Arapça yazılmıştır biz buraya Türkçe olarak aldık.) [10] A.g.e s.441-442 [11] Somoncu Baba, Zikir Risalesi, Terc. İhsan Özkes, sh.20