Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı/ İslam’ı uyandırmak için haykıracaktım/ Gür hisli, gür imanlı beyinler, coşar ancak/ Ben zaten uzun boylu düşünmekten uzaktım/ Haykır! Kime, lakin? Hani sahipleri yurdun/ Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım/ Feryadımı artık boğarak, na’şını, tuttum/ Bin parça edip şi’rime gömdüm de bıraktım… dizeleri ile hüsranı dile getiren mistik şairimiz Mehmet Akif Ersoy, 1873 yılının Aralık ayında İstanbul’un Fatih ilçesinin Sarıgüzel semtinde gözlerini bu çetin, zorlu ve fani dünyaya gözlerini açmıştır.

O, zorlukların şairiydi, çok sıkıntılar çekmişti. Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası/ Dostunun yüzkarası düşmanının maskarası sözleriyle her şeyi özetliyordu. Hayatı, dini, milli ve vatani meselelere üzülmesinin yanı sıra maddi sıkıntılarla da mücadele etmişti. Özellikle de ihtiyacı olmasına rağmen milletvekilliği, memuriyetleri ve İstiklal Marşı için verilen paralara ve hak ettiği emeklilik ikramiyesine hiç tenezzül etmeyerek elinin tersiyle geriye atan büyük bir şairdi.

Şairliğine lise yıllarında başlayarak Baytar Mektebi’nin son senelerinde ilerleterek Türkçe’ye ve aruz veznine hakim olmuştur. Önceleri dönemin usta şairlerinden Namık Kemal, Ziya Paşa ve Muallim Naci gibi şahsiyetlerden etkilenerek nazireler ederken zamanla kendi üslubunu ve tarzını bularak döneme damgasını bir daha silinmemek üzere vurmuştur; çünkü o “safahat”ın yani evrelerin şairiydi.

Bütün şiirlerini “Safahat” adlı tek kitapta toplamıştır yalnız canından çok sevdiği aziz vatanı ve sevgili milleti için yazdığı “İstiklal Marşı” hariç. Safahat adlı eseri yedi kitaptan oluşur. Bunlar, şunlardır: Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde, Hatıralar, Asım ve Gölgeler.

Mehmet Akif Ersoy, aynı zamanda bir destan şairidir. Dönemin heyet başkanı ve aynı zamanda edip ve şairler tarafından büyük övgü gören üstat olarak bilinen Recaizade Mahmut Ekrem, bir toplantı sırasında Mehmet Akif’e hitap ederek: “Milletin, milli bir destana ihtiyacı olduğunu ve bunu da ancak kendisinin yapabileceğini söylemiş ve yazmasını istemiş”tir.

Büyük fedakarlıklar göstererek bu millete ve vatana hizmet eden milli şairimiz, 27 Aralık 1936 Pazar günü, saat 19.45’te Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda vefat etmiştir. Bize düşen ise onu hakkıyla tanıyıp bilmek… Bilhassa İstiklal Marşımızı ezbere okuyup bilmek, manasını iyi idrak edip uygulamaktır. Kendisinin de dediği gibi: “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.” Bunun içindir ki bizler başta olmak üzere gelecek nesillerimize de bu milli şuuru aşılayarak tarihin yeniden tekerrür etmesine izin vermemeliyiz.