-III-

Ferruh Bozbeyli, Yassıada ve Balmumcu dâvalarındaki gözlemleriyle siyasetçilere ve siyasete hayli yaklaşmış (hatta “bilenmiş”) görülmeli ki, 1961’in başında eski kuvvet komutanlarından E. Org. Ragıp Gümüşpala’nın başkanlığında kurulan Adalet Partisi (AP)’nin “Kurucular Heyeti”nde yer alır. Kendisini teşvik eden kişi, kitap okuma merakından tanıştığı yayıncı Tahsin Demiray’dır.

1961 seçimleri bitmiş, ama daha yemin töreni bile yapılmamışken, askerlerin baskısı altında Cemal Gürsel’in Cumhurbaşkanlığı adaylığına imza toplanmaya başlanır. Yeterli imza toplanmazsa Meclis’in de açılmayacağı dedi-kodusu ortalığı kaplar. Oysa millet her tarafa “Cumhurbaşkanımız Ali Fuad Başgil” diye yazılar yazmaktadır. AP’nin daha ilk grup toplantısında kargaşa arsında konuşmaya çalışan Tahsin Demiray’dan mikrofunu alan Ferruh Bozbeyli  ilk siyasî şaşkınlığını da yaşar. Çünkü henüz söze başlayacakken bir milletvekili arkadaşı – yukarıda andığımız korkulardan dolayı - ceketiyle mikrofonu kapatırken şöyle söylemektedir: “Bu mikrofonun ucu bir yerlere bağlıdır, İsmet Paşa dinler, Komiteciler dinler.”   Bunun üzerine Bozbeyli kızgınlıkla, “Ben milletvekiliyim, benim konuşmamı Sağır İsmet de duysun, Cemal Gürsel de duysun, Komiteciler de… Herkes duysun, ne demek bu yahu? Korkuyla bu iş olur mu?..” Bir alkış, bir kıyamet kopar. Ama karşı çıkanlar da olur. Meselâ, İhsan Sabri Çağlayangil ve İsmet Sezgin başat olmak üzere, “Sen Meclis’i batıracaksın, arının kovanına çomak soktun” derler.  Sonraki gelişmeler malûm, Komiteci Fahri Özdilek ve Sıtkı Ulay, Başgil Hoca’yı adaylıktan vazgeçmesi için hayatıyla tehdit ederler. Hoca buna bile direnecek cesarettedir, ama yeni seçilen Meclis’in dağıtılacağı endişesiyle hem adaylıktan vazgeçer, hem de seçildiği Samsun Senatörlüğünden istifa eder   (dört-beş ay sonra da birkaç yıllığına İsviçre’ye naklolur).[1] Ama AP Grup Başkan vekili Bozbeyli ve birlikte hareket edenlerin büyük çoğunluğu, tek aday kalan Gürsel’e oy vermemek için, boş oy kullanırlar.[2]   

Yıl 4 Haziran 1964, Gümüşpala rahmetli olunca AP Genel Başkanlığı seçimi gündeme gelir. Sadettin Bilgiç ile Süleyman Demirel aday olurlar. Bilgiç taraftarları Demirel’in masonluğu iddiasını ortaya atarlar. Tartışmalar yaygınlaşır. AP çevreleri için masonluk suçlaması aleyhte bir durum. Bunun üzerine Demirel kendisinin kayıtlı olduğu loca değil de başka bir locanın başkanlığına dilekçe yazar ve oradan “üye listemizde Süleyman Demirel ismine rastlanmamıştır.” diye bir belge alıp Kongrede gösterir. Yarışı Demirel 150 oy civarında farkla kazanır. Üstelik Bilgiç ve taraftarları müfteri durumuna düşerler, bozulurlar. Bozbeyli de Bilgiç lehinde oy kullanmıştır. Kongreden sonra bir arkadaşlarının evinde toplanırlar, bazıları Demirel’in aleyhinde konuşur ve bu partinin yaşamayacağını söylerler. Bozbeyli itiraz eder, seçim bitmiş Süleyman bey kazanmıştır ve artık hukuken seçilmiş bir başkanımız var. Bunu yapmayın, böyle konuşursak bu parti asıl bundan sonra bozulur. Artık genel başkanımız Demirel’dir, der. Ama yanında oturan Sadettin Bilgiç, “bırak angaje olsunlar” diye müdahale eder. Yani, Demirel’in aleyhinde konuşmalarını hoş gör ve bunu yapanların “bir daha geriye dönemeyeceklerini” düşünür.

Bozbeyli o yıllar Parti’sinin  Meclis  Başkanvekilidir ve  “Çok gençsiniz o zaman, kırk yaşın altında, siyasetin böyle inceliklerini bilmiyor musunuz?” diye gelen bir soruya, âdeta kendi siyaset felsefesinin ip uçlarını da barındıran şu cevabı verir: “Evet bilmiyordum.  Benim geldiğim yerde edindiğim bir şey... Allah’a bin şükür (…), İstanbul’da önemli insanlar tanımışım, bunlardan ders almışım, dinlemişim. Kendisini kusurlu gören (…), yanlış yapabilirim diyen insanın eksiksizi, kusursuzu, hatasızı araması diye bir durum vardır. Bu, felsefedir, ahlâktır, dindir belki.  Eğer kendi hatasının, yanlışının farkındaysa arayışı başlar. Çok az insan bu kulvara giriyor, beni bu kulvara sokan kişi Nureddin Topçu’dur. (…) Hep bunu söylerdi. ‘Arayacaksınız’ derdi.”

 

Bu konunun ayrıntısını Rasim Cinsli ile İsmail Dayı Ferruh bozbeyli’den daha ayrıntılı anlatırlar. İlginç hikâye şöyle: “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılacağı günün gecesinde darbeci generallerden Fahri Özdilek ve Sıtkı Ulay Başgil’le görüşürler. İlkin Cumhurbaşkanlığı yerine Senato başkanlığını teklif ederler. Hoca reddeder. Sonra onu hayatı ile tehdit ederler. Bunun üzerine Başgil, generallere sorar: “Paşalar, siz hiç harp gördünüz mü? Harpte savaştınız mı?” “Hayır” derler. Bu defa, “Paşalar! Ben Kafkas Cephesi’nde dört sene savaştım! Harp sırasında ölüm akla gelmez! Ben şu anda canımı değil, milletimin geleceğini düşünüyorum.” Darbeciler için tek yol kalır. Silâha sarılmak; seçimi iptal etmek, seçilen Meclis’i dağıtmak! Ve bunu da kendisinin adaylığını bahane ederek yapacaklar.  Bunu anlayan Hoca, milletin kazandığı başarıyı tehlikeye atmak istemez. Kararanı verir ve adaylıktan çekilir. (Rasim Cinisli, “Demokrasi Kahramanı Hocam Ali Fuad Başgil,” 19-20 Nisan 2008, Çarşamba Belediyesi, Ali Fuad Başgil’i Anma Sempozyumu’nda yapılan konuşma metninden.) 19 Mart 2008’de kaybettiğimiz yayıncı ve eski Milletvekillerinden İsmail Dayı ise, Hoca’nın vefatının (17 Nisan 1967) birinci yılında yazdığı anma yazısında, bu olayda tehditle sonuç alamayacaklarını anlayan paşaların onun gönlüne girmeye çalıştıklarını naklediyor. Hatta Başgil’e “Türk milletini artık kendilerinin idare etmediğini (yani baskı altında kaldıkları grupların oluştuğunu, MK), bu günde milleti onun basiretinin kurtarabileceğini söylemişlerdir.” (Bkz. “Bir Milletin Gönlüne Taht Kuran İnsan: Ali Fuat Başgil”, Hareket dergisi, Sayı: 29, s. 25. Mayıs, 1968. Her iki kaynak için Bkz: Mustafa Kök, İsmail Hakkı Akın Hatıra Kitabı, Dergâh yay. İst. 2009, s. 26 vd.

[2] Ama dinleyici localarını dolduran rütbesi belli bazı subayların, herkesin duyacağı tonda kendilerine savurdukları küfürler, kendi milletvekillerinden emekli General M. Ali Aytaç’ın da onlara verdikleri ayni tonda karşılıklarla…

(Devam edecek)