Dünyada ruhu olan, ruhunu koruyan toplum var mı, kaldı mı? Bu sorunun cevabını çok düşündüm! Önce kendi ruhumun diriliğini sorguladım. Çünkü, toplumları fertler oluşturur, eğer fertlerin ruhu diri ise milletlerin ya da toplumların da ruhu diri olacaktı…

Bu soruya yönelten yazar ağabeyimiz köşesinde dünyadaki belli başlı devletleri sorgulamış. Rusya, Almanya, İngilizler, Çin ve ABD’li toplumların yaşadıkları evrimleri gözler önüne sermiş ve ümit yok olarak bir görüş ifade etmiş. Sonra da Osmanlı ve onun devamı olan Türk Milletinin yeryüzünde ümitleri bu manada yeşerttiği yazmış.

Yanılmıyorsam Yeni Şafak’tan Yusuf Kaplan bu soruyu yönetmişti okuyucularına ve şöyle diyor, kısaca: “Ruslar geliyor olsa da Rus ruhu, tarih oldu meselâ.

Alman ruhu, azmanlaşmasının kurbanı oldu.

İngiliz ruhu mu? O hiç olmadı zaten!

Çin ruhu katlediliyor yarım asırdır vahşî kapitalizm tarafından...

Osmanlı yaşarken, dünyanın bir ruhu vardı: Dünyanın ruhu, Osmanlı’ydı.

Osmanlı dünyadan çekildi, dünyadan ruh da çekildi, gitti.

TÜRKİYE’NİN RUHU VAR MI?

Bana göre en önemli soru da bu: “Türkiye’nin bir ruhu var mı? Diye sorgulayan Kaplan cevabını da şu şekilde vermiş. “Türkiye’yi, Türkiye’nin başına ne geldiğini, Türkiye’nin yaşadığı iki asırlık -sürgit tırmanan, ağırlaşan- trajediyi görebilen, anlayabilen bir entelijansiyası (aydın araştırmacısı) yok bu ülkenin.

Kimse kendini kandırmasın: Bu toplumun ruhu yok edilemedi belki; ama inkâr edildi. Dünyada celladına âşık edilen tek toplum bu toplum ama bunu görecek ruhtan yoksun. Toplum, başına ne geldiğini hissediyor ama aydın zihnen sömürgeleştiği için ne olup bittiğini anlayamayacak kadar epistemik (bilgi felsefesi) kölelik illetiyle malul.

Celladına âşık edildiğini görebilecek bütün melekeleri yok edildi toplumun.

O yüzden dostunu düşmanını ayırt edemiyor.

O yüzden azılı düşmanlarını dost bellemekte sakınca görmüyor.

Düşmanları gibi düşünen, düşmanları gibi yaşayan, celladına âşık olan ama bunun farkında bile olmayan bir toplumun, tarihin kırılma anlarında bunun bedelini çok ağır ödediğini tarih gösteriyor bize...

Celladına âşık edildiği için dostunu düşmanını ayırt edemeyen bir toplum, bunun faturasını her zaman ağır öder: Tarih, buna tanıklık eder.

Milletlerin gücü, sahip olduğu ruhudur; yaşayan, diri ve diriltici bir ruha sahip olmasıdır. Bir ruhu olan, daha doğrusu bir ruhu olduğunu bilen ve o ruhla nefes alıp veren bir toplum, gücünü de, zaaflarını da iyi bilir. O yüzden düşmez; kimi zaman tökezlese bile düşmez.

Bir ruhu olduğunu bilmesi, Ruhunu bilmesi, Ruhuyla nefes alıp vermesi, düşmesine izin vermez toplumun.

Böyle bir toplumun tökezlemesi, toparlanıp kendine gelmesi ve daha muhkem bir kuvvete erişmesi için bir imkân işlevi görür.

Ruhsuz bir toplum, ruhunu yitiren ama ruhunu yitirdiğini bile bilemeyen bir toplum yaşasa da ölüdür gerçekte; yaşayan ölü…”

Yusuf Kaplan’ın bu yazısını önemli bulduğum için köşeme taşıdım. Özetle ne buyurmuş. Türk insanın ruhunu yok etmeye çalıştılar ancak başaramadılar. Ancak bizde öz değerlerimize biran önce tekrar dönelim yoksa tökezleriz, yaşayan bir ölü oluruz uyarısı yapıyor.

Bu düşünceye katılır veya katılmazsınız, ben katılıyorum. Sevgili dostlar bizi biz yapan kültürümüze, inancımıza, örf ve adetlerimize yeniden dönmemiz gerekiyor. Zor mu? Evet kolay olmayacak ancak imkansızda değil. Şöyle bir ucundan tutarak başlayalım isterseniz. Mesele gıybetten, israftan vazgeçelim, birbirimizin ayıplarını ortaya çıkartmak yerine, düşmanlarımızı tanımaya çalışalım.

Kibir, gurur, tembellikten vaz geçelim, tevazu sahibi olup, üretmeyi öğrenelim v.s

Bu vesile ile bugün konuyu fazla da uzatmadan burada kesmek istiyorum.

Kalın sağlıcakla.