Çocukken şarkılar eşliğinde dans etmek muazzam bir şeydi. Kraliçe tacımızı oyunlarda güzellik için takardık. Tüm gayemiz, mızıka eşliğinde doğada oyun oynamaktı. Çocuksu neşe çok şeyi kapsıyordu. Bedenimiz, ruhumuz ve her halimizle çocuktuk. Hayat, sadece coşkudan ibaretti.

Zamanla bu neşe yerini olgunluğa bıraktı. Ne demekti ki olgunluk? Yerine göre davranmaktı. Her şey belirli bir düzen ve çerçevede olacaktı. Bu hayatta, önce derslerimize çalışacağız ve sonra toplum kurallarına uyacağız. Büyüdüğümüzde meslek sahibi olmuş olacağız. Sonra evlenip çocuk sahibi olacağız. Çocuklarımızın torunlarını göreceğiz. Yaşlanıp öleceğiz. Düz bir anlatımla yaşam ne kadar mutlu ve kolay görünüyor değil mi?

Lineer bir çizgide başımıza daha nelerin geleceğinden kimse bahsetmedi. Büyüklerimiz, hayat tecrübelerini bizlerle paylaşmadı. Üzülmesin çocuklarımız, bir yerlere gelsinler diyerek bizleri büyüttüler. Geldik tabi ki, meslek sahibi olduk. -1 değerle hayatı kaçırdık. Yaşadığımız olayların neden ve nasıl başımıza geldiğini yorumlamakta sınıfta kaldık.

Yaşam, insanlar vasıtasıyla bizi eğitmeye başladı. Dostluğu, ilmi, aşkı, acıyı, dini, başarıyı, eğlenceyi öğretenler karşımıza çıktı. Kendi değerlerimizi başka türlü nasıl öğrenebilirdik? Bazen, iyi ki insanlar ve yaşanmışlıklar var diyorum. Yoksa başı boş şekilde yaşar giderdik.

Bazense bu kadar acı olaylarını neden yaşadım? Neden bu denli acı çektim? Birçok sınava girdim. 1 puanla yine kaybettim. Öğrenemediğim her şey, tekrar çözene kadar başka olaylar ve insanlarla karşıma çıktı. Diyorum. Bozuk plak misali takıldım. Sonunda drama kraliçesi oldum. Bunu hiç aklıma getirmezdim. Zarifliğin kraliçesi olurdu da hüznün olur muydu? Evet, olurdu.

Drama kraliçesi insanlar, büyüse de gözlerini yeni açmış bebek misali masumdur. Onlar, ilk doğduğu an gibi berrak ve sakin insanlardır. Çok değer verdiklerini kırmamak için çaba harcarlar. Kendilerinin kırılmasının bir önemi yoktur. Mesele, vicdan ve insanlık olduktan sonra incinmek mühim değildir. Drama kraliçelerinin çetin yolculuğu, kurtların dans ettiği hayata gözlerini açtıkları zaman başlar.

Hayat ve insanlar kraliçeye ısrarla “senin sandığın gibi değil” diyerek kraliçeyi hayata uydurmaya çalışırlar. Kraliçe de ısrarla ‘ siz bana uyumlanın’ der. Bir türlü ahenkle dans etmeyi beceremezler. Drama severler, melankolide de takılıp kalırlar. Konforlu alanları sadece dertlenmektir. Kara sevdaya tutulmuşçasına olumsuz olaylarda yaşlanırlar. Ruhları zamanla ölür. Ne yazık ki bu hayatın kılavuzunu okumak için rehberleri olmamıştır. O yüzden hayatın kullanma kılavuzu var mı bilmezler.

Feleğin çemberi herkese olduğu gibi onlara da vurur. Kraliçeler hep el üstünde ve her şeyin en iyisini hak eden olarak, acı olayları kabul etmekte çok zorlanırlar. “Başıma bu da gelebilirmiş.” İfadesi onlara çok yabancıdır. Deneyimlerimiz, tazyikli su gibi öyle sarsar ki ısrarla uyan rüyadan der. Uyanmamakta ısrar ederler. Bu şekilde olduğu sürece, yani başına gelen olayları kabul etmedikçe ve büyümedikçe hastalık hastası olmaya adaydırlar.

Bilmem, bu satırları okurken kendinizden bir şey buldunuz mu? Değişmek hiç kolay değildir. Drama kraliçesi tacını sürekli taktığınızda arabeske bağlıyor ve günlük hayata dönemiyorsanız bir desteğe ihtiyacınız var demektir. Öbür haftaki yazımda kurban rolünden yani masum görünen drama kraliçesi halinden nasıl çıkarız? Yazıyor olacağım. Sevgiyle kalın.