Karıştık, karışıyoruz anılara -VII

Noktalarken

Anadolu dergiciliğinin zengin hikâyeleri vardır, bulaşanlar bilir. Görüldüğü gibi Dolunay’ın hikâyesi de anlatılmaya değer. (Şüphesiz bunu bizden daha iyi, daha renkli anlatacaklar da vardır.) Ayrıca Derginin yarattığı iklimle Bahaeddin ağabeyin başlattığı ve sayısı yirmiye yaklaşan “Dolunay Şiir Şölenleri” zinciri var ki, ben ilkinde ve – on yıl sonra Erzurum’dan dönünce de - sonraki birçoğunda bulundum. Çok heyecanlı katılımlara, renkli görüntülere, coşkulu sahnelere şahit olurduk.  Plaket dağıtmak adetti ve sanırım yüzlercesi dağıtılmıştır bu şölenlerde. Nerdeyse otuz yıl içerisinde yirmiye yakını gerçekleştirilen bu şölenlere yüz otuz civarında şairin katıldığı biliniyor. Aralarında Ataol Behramoğlu gibi, başka mahallenin vasıflı şairleri de vardır. Sahnede bir tek şiirini okumak için – çoğu Bahaeddin Karakoç’un ve kendi şiir sevdasının hatırına - “Edirne’den Ardahan’a kadar” Maraş’a koşarak gelen, hele pek azı hariç bir gece bile yatmadan dönen şairlerin bu heyecanlarını anlamak için, muhakkak onların ruh dokusuna sahip olmak gerek, sanırım.

Ve nihayet, “Dolunay Esintisi”ne, elliye yaklaşan kitabıyla “Dolunay Yayınları” da dâhil ki, o da ayrı bir hikâye… (Bütünü için Bkz: Serdar Yakar, Şiirin Başkenti Kahramanmaraş’ta Dolunay Esintisi ve Bahaettin Karakoç, K.Maraş, 2015.)

Bahaeddin Karakoç ağabeyin, devlet memurluğundan emekli olduktan sonra başlattığı ve hepsi belirli bir finansman gerektiren dergicilik, şiir şölenleri zinciri ve yayıncılığını makul ölçülerde anlamak mümkün değil. Onun sahip olduğu mütevazı imkânlarla bir insanın bütün bunları değil gerçekleştirmesinin, düşünmesinin bile akıl kârı olmadığını rahatlıkla söyleyebilirsiniz. Ama onun büyük sanatkâr mizacı ve sözünü esirgemez tabiatıyla,  ufak-tefek cüssede saklı kabına sığmaz enerjisiyle bir kısım insanların üzerinde yarattığı öyle bir nüfuzu (belki eski tabirle “teshiri”) vardı ki, iş finansman meselesi olmaktan çıkıyordu galiba. Ve evet, şüphesiz o büyük bir sanatkâr ve son devrin eşi az bulunur şairlerinden biriydi. Eminim, Bahaeddin Karakoç “sol kulvar”da olsa “Nobel”e çoktan aday gösterilirdi şimdiye kadar. Bizzat kendi elleriyle hazırladığı beş ciltlik devâsa şiir külliyatı ortada. Onun gibi, aşkı şiir olan, şiiri de aşk hâline getiren kaç şair var dünyada?.. Öyle sanıyorum ki zaman onun değerini daha çok açığa çıkaracak ve o, genç Türk şairleri için en büyük ilham kaynaklarından birisi olacaktır. Birçok şairin eleğini astığı yaşlarda, yani altmışlarında o asıl büyük şiirlerini bundan sonra yazmaya hazırlandığını söyleyecek kadar henüz gençtir. 1992’de, yani 62 yaşındayken Tayyip Atmaca’ya verdiği bir mülâkatta, “Ben yeni yeni soyunuyorum en uzun şiir yolculuğuna” der. (Türk Edebiyatı, “Bahaettin Karakoç Dosyası”, S. 541, Kasım-2018, s.57) B.Karakoç, iddialı bir şairdir ve bunda hiç de tevazu göstermez. Nitekim bir başka mülâkatında, “Ben şimdi en güzel bir üsluba sahip en velût, en nâmuslu, en donanımlı bir şairim” der. “Namuslu”luğundan kastının gerekçesi, kendi felsefesinde “ (başkasından) almak ve çalmak gibi kirli bir kavram”ın olmadığı, aksine şiirlerinin - kendi tabiriyle - “steril” olduğu iddiasıdır. (Sibel Güler’e verdiği söyleşi: S. Yakar, a.g.e. s.142-145) Ama bu yazının konusu bunlar değildi. Çünkü bunları somut olarak ele almak için bizatihi eserlerine, özellikle de 1990’lardardan itibaren yazdıklarına eğilmek ve onları tahlil etmek lâzım. Ömür ve kısmet olursa onlar, başka bir yazının konusu olsun.

Geçtiğimiz yıl 16 Ekim 2018 gecesi Hakk’a yürümekle artık eserlerini daha iyi anlamak için bilgi, birikim ve estetik tahlil gücünün, geçmişten günümüze hayatını ve hayallerini konuşmak için ise hâfızanın konusu olan Bahaeddin Karakoç ağabeye, biz bu yazımızda ikinci ciheti itibariyle bakmak istedik. Bu cihetiyle o anılara karıştığı gibi, biz de onlara ne kadar uzağız, Allah bilir… Ona rahmet ve kendimize hayırlı âkıbet dilemekten başka elimizden bir şey gelmez !.. Onu uzun müddet “Şiir Sesli Kartla Sagu”ları okuyarak özleyeceğiz. (Yasin Mortaş, Türk Edebiyatı, S. 541, Kasım, 2018, s.44-47; Alkış, S. 103, Ocak-Şubat, 2019.) 

Şimdilik bu kadarla yetinelim. Cümleye malûm ola, deyip kapatalım efendim. “Anılar” deyince, sürç-i lisan etmek işin tabiatında var. O hâlde, “sürç-i lisan ettik ise affola!...”

-son-