Yunanistan ile tırmanan gerilimin bilinçaltında Yunanlıların Akdeniz’i kaybetme korkusu ve siyasi arenada yalnızlaşma handikabı yatmaktadır. 1815 den sonra Avrupalılar ve Rusya’nın Ermenistan’ı kullanmak için Ermenileri şımartıp Türklere karşı kışkırtması ne ise bugün Avrupa Birliği ve ABD’nin aynı şeyi defalarca yapma nedeni Türklerin tarihi şanlı geçmişine tekrar dönme korkusunu enselerinde hissetmeleridir. Türkiye’yi köşeye sıkıştırma gayreti içinde giren güçler, dört gözle geri adım atmamızı bekleyeceklerdir. Türkiye’nin şu saatten sonra geri adım atması dış politikada gerek Libya gerek Suriye ve Irak konusunda da geri adım atması anlamına gelir ki bu da mümkün görünmüyor.

Yunanistan savaşı göze alacak durumda değil alırsa kurtuluş savaşında esir alınan başkomutanları Trikopis’in başına gelecekleri biraz hatırlatmak istiyorum.

Yunan orduları başkomutanı Trikopis Türk ordusu tarafından esir alınıp Yunanistan’a tekrar döndükten sonra hatıralarında şöyle diyor:

– Bizim Anadolu’da işimiz ne idi? diyor. Bizim menfaatimiz Balkanlar’da, Makedonya’da, Adalarda olabilir amma Anadolu’dan bize ne? Ne diye bizi oralara gönderdiler. Aradan bunca yıl geçti. Şimdi insan maziyi çok daha iyi görebiliyor. Çok daha sağlam hükümlere varabiliyor. Şimdi artık itiraf etmekten çekinmiyorum. Bizim Anadolu savaşında hiçbir menfaatimiz yoktu. Biz yabancı devletlere âlet olduk.

YUNAN BAŞKUMANDANI TRİKOPİS’İ ESİR EDEN ASKERİMİZ: AHMET ÇAVUŞ

Elmadağ’da Yunan Başkumandanı General Trikopis’i ve maiyetini tek başına esir eden Ahmet Çavuş, son zamanlara kadar Afyonkarahisar hapishanesinde başgardiyan olarak çalışmakta idi. Yunan Başkumandanını nasıl esir ettiğinin hikâyesini şöyle anlatmıştır:

– Keşif için üç kişi dağa tırmanmağa başladık. Yanımda saatli, tetikli, fitilli olmak üzere 11 bomba vardı. Arkamızdan da kırk kişi yollayacaklardı. Alaca karanlıkta tepenin bir boyun noktasına vardığımız zaman, 5 – 10 zabitin oturduklarını gördüm. Derhal bombalardan birisini yakalayarak, davranmayın, teslim olun, diye haykırdım. Hepsi, ellerini kaldırdılar.

Arkadaşlarım da yanına gelmişlerdi. Ben önümüzde duran bir zabitin atını yularından yakalayarak çektim.

Sordular:

– Ne kadar kuvvetiniz var? Dediler.

– Üç ordu, dedim. Tamamen muhasara altındasınız. Ya teslim olacaksınız, ya sizi gurup ateşine vereceğiz.

– Hangi kıtaya kumanda ediyorsun? Dediler.

– Alay kumandanıyım, dedim. Rütbemi sordular?

– Başçavuş… Dediğim zaman hepsi hayret içerisinde kalmışlardı. Hayretlerini gidermek için devam ettim:

– Bizde onbaşıdan fırka kumandanı bile var, dedim. Onlara, torbalarımızdan peksimet çıkararak verdik. Onlar da bize, bol bol sigara ikram ettiler. Ceplerimizi doldurduk. Biz onları böylece esir aldıktan epey sonra Kaymakam Hüseyin Hüsnü Beyle tabur kumandanımız Fuat Bey geldiler. Hüseyin Hüsnü Bey, esir zabitlerin içerisinden birisini, eliyle işaret ederek bana sordu:

– Bu zabitin kim olduğunu biliyor musun?

– Ne bileyim, dedim. Elin düşmanı… Babamın oğlu değil ya! Fuat Beyin gözleri fal taşı gibi açılmıştı:

– Trikopis, Trikopis, diye haykırdı. Yunan Başkumandanı…

Trikopis’i Uşak’a kadar getirdik. Orada bana bir istiklâl madalyası yazdılar. Trikopis’in esvaplarını da bana hediye ettiler. Geçen seneye kadar bu esvapları giyerdim. Şimdi bunlar azıcık eskidi. Sokağa pek gelmiyor. Evde saklıyorum.

Sonuç olarak Akdeniz’de kılıçlar kınına geç girecek gibi duruyor. Türkiye dik ve kararlı duruşuna devam edecek Yunanistan ve güvendiği ağabeyleri pes etmek zorunda kalacaklardır.