Gelin geçmişten bugüne bir yolculuk yapalım.

Özellikle 1700 lü yılların sonlarına doğru Rusların bir güç olarak tarih sahnesine çıkması Osmanlının Avrupa da hızla gelişen sanayi devriminin çok geç farkına varmasına neden oldu.

Şehirlerde özelliklede İstanbul, Bursa, Selanik,  gibi önemli yerlerde zanaat ve ticaretin tamamına yakını gayri Müslim teba tarafından kontrol ediliyordu.

Devletin kurucu asli unsuru olan Türkler ise büyük çoğunlukla tarım ve hayvancılıkla meşgul idiler. Fransız ihtilalının ortaya koyduğu yeni fikri akım nedeniyle ticareti ve zanaatı elinde bulunduran gayri Müslim teba Osmanlıda yerli sermaye ve yerli üretim fikrinin oluşmasında önündeki en büyük set oldular.

Almanya’nın yanında savaşa girerek eski gücüne ve kaybettiği topraklara yeniden kavuşacağını hayal eden bir avuç ittihatçı subay sayesinde elimizdeki tek sermaye olan Sultan Abdülhamit Han hazretlerinin Osmanlı coğrafyasının her köşesinde bin bir zorlukla açtığı mekteplerde yetişen gençlerin telef olması nedeniyle yakın gelecekte devlet için gerekli eğitimli insan gücümüzde elimizden gitmişti.

On yılda on beş milyon genç, yarattık her yaştan diye marşlar besteledik, lakin bu on beş milyon gençten bir tane de çıkıp memleketini fukaralıktan, geri kalmışlıktan kurtaracak bir işin ucundan tutmamış. Laiklik demişler,  medeni kanun demişler, şapka giyilecek demişler. Onlar bu işlerle uğraşırken birinci dünya savaşında yakılıp yıkılan Almanya o yıkıntıların üzerine koca bir Alman sanayi inşa etmiş, Tek başına Avrupa’ya meydan okur hale gelmiş.

Nurettin Demirağ gibi bir elin parmaklarını geçmeyen birkaç idealist çıkmış, bizde yaparız, bizim Avrupalıdan ne eksiğimiz var demişler, lakin sen misin bunu diyen, adamı yerle yeksan etmişler.

1960 darbesinin hemen arifesinde birkaç mühendis bizimde bir yerli arabamız olsun diye birkaç ay içerisinde otomobil yapmışlar, yaptıklarına yapacaklarına bin pişman olmuşlar. Aylar süren o kadar emek boşa gitmiş.

O günden bugüne atmış yıl geçmiş, hadi diyelim ki 70 li, 80 li  ve 90 lı yıllar koalisyonlu dönemlerdi. 18 yıldır bu ülke tek parti ve aynı liderle yönetiliyor.

Bu kadar zaman süresi içerisinde dünyanın bir çok ülkesinde üretilen otomobili, yani gazla, benzinle mazotla çalışan sıradan bir otomobili bile yapamadık.

Bunun nedenleri üzerine epeydir kafa yoruyorum ve sonunda şu kanaate vardım. Bu ülkenin en önemli sorununun temelinde üretme kültürünün genetiğimizde olmamasıdır.

Ve bu durumumdan bir an evvel çıkabilmenin yolunun üretme kültürünün eğitimimizin en başat meselesi olarak ele alınması gerektiği sonucuna vardım.

Yollar yaptık, Avrupa da bile olmayan güzellikte, şehir hastanelerimiz dünyanın gıpta ile baktığı kurumlar, her şehrimize devlet eliyle çok güzel statlar yaptık. Dünyanın önemli turizm merkezlerinden biri haline geldik. Her şehre üniversite, toplamda 200 ü aşkın üniversitemiz oldu. 12 yıllık zorunlu eğitime geçtik, 30 kişilik sınıflarda akıllı tahtalarda çocuklarımıza eğitim imkanı verdik.

Milli eğitim bakanlığı diyoruz ancak, eğitimimiz kah Amerikancı yaklaşımı benimser kah Avrupai yaklaşımı. 12 yıllık zorunlu eğitimi hayata geçirirken kırsaldaki insanımızın çocuklarının eğitimi için mecburen şehre göç edeceğini bile hesaba katamadık.

Genç eczacı olmuş ama eczane açmak için yıllarca beklemesi gerek, diş hekimi olmuş devlet kadroları dolu, özel muayene açmak ise her babayiğidin karı mı. Avukat oldu genç sürüsüne bereket, bırakın para kazanmayı, bir büro açsa masraflarını kazanmak bile bir dert, diğer bölümlerden mezun milyonlarca üniversite mezunu genç ise devlet babanın kadro açmasını bekliyor.

Bir dostum araştırmış, çok partili hayata geçtiğimizden bu yana ülkemizin gelir dağılımında çok fazla değişen bir şey olmamış. Yine çok az bir zümre ülkenin kaymağını yiyor, orta ve alt gelir grubuna ait kesim ise üç aşağı beş yukarı aynı gelir seviyesinde çırpınıp duruyor.

Bu düşüncelerimi sizlerle paylaşırken her hangi bir siyasi görüşün yanında olmak veya karşısında olmak amacında değilim. Çok net olarak milli ve yerli üretim fikrini çocuklarımızın zihnine daha ilk mektepten itibaren yerleştirmedikten sonra, bu düşüncelerle eğitimini tamamlayan gençlerimize yerli ve milli üretim için her şeyi bir kenara bırakıp destek olmadıktan sonra önümüzdeki yıllar bizi bugünden daha zorlu günler bekliyor.

Gelin hiç olmazsa şu covid salgınıyla mücadele de milli bir yaklaşım geliştirelim, DSÖ ya da diğer batılı kişi ve kurumların dümen suyundan çıkıp kendi salgınla mücadele politikamızı belirleyelim hiç olmazsa.

Son olarak Çare: Bugünkü yetişkin nesillerden bir halt olmaz. Çünkü onların derdi ben ne olacağım idi. İlk okuldan başlamak üzere çocuklarımıza “Ben bu ülke için ne yapabilirim” sorusunu sordurmaya başlamalıyız tez elden” Hiç olmazsa bunu yapalım.

Bu gidiş iyi bir gidiş değil. Artık aklımızı başımıza alma vakti geldi de geçiyor da.

Kalın sağlıcakla.