Cumartesi sabahıydı, Nusret Polat isimli vatandaş önemli bir tespit yaparak şöyle bir tivit atmış: “Edward Said’in Oryantalizm kitabının en büyük negatif etkisi galiba şu oldu: “Bütün “suçu” Batı’ya yüklemek ve işin içinden sıyrılmak.

İslam dünyası kendi “düşünsel tembelliğinin” asıl kendisiyle ilgili olduğunu kabul etmeli. Geçmişin gururuyla avunmaktan vaz geçmekle başlanmalı…”  Eyvallah! Katılmayan var mı bu tespite?

Genel anlamda biz Müslümanlar olarak yaşadığımız bütün başarısızlıkta ya batıyı suçlarız özelde ise şeytanı!

Oysa ortada bir gerileme veya başarısızlık varsa, bunun birinci sorumlusu biziz ve bu bağlamda gördüğümüz kişisel ve kurumsal hataları da gidermek durumundayız. Örneğin Osmanlının yıkılışı, iç ve dış sebepler diye ayrılır, benim okuduğum gerçek tarih kitaplarında iç sebepler yıkılışta daha büyük etken olarak görülür.

Kişisel hatalar ise nefisle başlar, çalışmak, okumak, sorumluluklarımızı yerine getirmemek diye devam eder; sonra bir de kurumsal hatalarımız vardır ve eksiklerimiz diyelim. Örneğin Diyanet İşlerini ele alalım. Kendim, bu konuda çok yazı yazdım ama hiç birisi cevap bulmadı. Şimdi Yazar Şakir Tarım’a kulak verelim. (16 Ağu 2021 Pazartesi günü) Milli Gazete de Camilerde Cemaat Hızla Azalmaktadır Farkında mısınız başlıkla o yazıda der ki: “Diyanet, topluma dinini öğretme görevini üstlenmiş durumda. Yalnız hoca ve camilerden dinini öğrenmeye çalışan milyonlar var. Diyanet toplumdaki İslâmî bilgi eksikliğinin baş sorumlusu! İslâmî hizmetlerini bu anlayış içinde sürdürmeli. Boşluk bırakmamalı.” Bu aynı zamanda bu kurumun yasal ve vicdanı sorumluluğu, görevi…

NELER YAPILMALI?

Tarımın önerileri ve takdir ettiği yönleri ise şöyle: “Diyanet, yeni 15 Temmuz’lar yaşanmaması için, “İslâm’ı doğru öğretme seferberliği” başlatmalı. Hedef gösterici değil; “ıslah edici” olmalı…

Diyanet’in “aile” gibi bazı konularda “kuşatıcı” hutbeleri oldu. Hep öyle olmalı. Para toplanacak günlerde öylesine uzatılıyor ki, namazın yaklaştığı “feyizli” zamanlarda hep aynı sözleri duymaktan “gına getiriyoruz”.

Hatırlanırsa aynı konuları kendim de defalarca yazdım, hatta camilerde para toplamanın kaldırılmasını bunun yerine Osmanlı da olduğu gibi vakıflar kurulması gerektiğini yazdım. Bir hafta toplanmadı ardından yine devam edildi.

O yazıdan devam edelim: “Böylesine hassas bir alanda görev yapan hocalarımız “özel” yetiştirilmeli. Diyanet’in “Hoca Yetiştirme Projesi” olmalı. Hatta üniversitesi olmalı! İhtiyacı olan kadroları kendisi yetiştirmeli. İmam hatipler, toplum içinde “iyi halleri” ile tanınmış kişilerden seçilmeli. Toplumda “ağırlığı” olmalı. Dinimiz “doğru temsil” edilmeli. Birçok kurum “yeniden yapılanma”ya gitti. Diyanet’te, İslâm’ın aslına uygun temsili için köklü bir değişiklik görmedik. Nice hocalarımız, merkezden gelen hutbeleri okuma dışında İslâm’ı öğretme çalışması yapmadığı halde, kendisini toplumda “otorite” sanıyor. Basit hatırlatmalarda bile karşısındakini “düşman” gibi görüyor. Üzerinde “ilim olgunluğu” yok.

KATILDIĞIM VE KATILMADIĞIM NOKTALAR

Yukarda yazılanlar genel manada öneri olarak ortaya çıkmış durumda, çoğuna bende katılıyorum.

Toparlayacak olursak; ülkemizin her alanda yeniliklere gitmesi gerekiyor. Başta eğitim, çünkü yaşadığımız bütün sorunların temelinde eğitimsizlik yatar ve bundan birinci derecede eğitimciler sorumludur. Bu sorumluların başında imam hatipler, sonra öğretmen, ebeveyn, usta, basın v.b gelir.

Dolayısı ile Diyanet Cami Merkezli bir hayata insanlarımızı yönlendirmeli. Daha önce yazdım, her semtte bir cami mutlak açık olmalı ve imam hatipler sırayla orda görev yapmalı. Vatandaş orada aradığı huzuru, zihnindeki soruların cevabını burada bulmalı. Eğer biz gençleri camiyle buluşturmaz isek daha çok inançsız, ateist, deist nesil çıkar. Öbür dünyada hesaba ilk çekilecek olan biz eğitimcileriz diye düşünüyorum.

Evet, gavur gavurluğunu yapacaktır, Müslümanda Müslüman gibi olacaktır, bu kadar.

Kalın sağlıcakla.