Merhaba değerli dostlar.

Bugün de camileri, diyaneti yaptıkları ve yapamadıklarını, yapması gerekenler ile yapmaması gerekenleri konuşalım istedim.

Aslında İslam’ın ilk namazgâhı bir cami değil mescittir. Mescit-i nebevi. Allah Resulünün inşaatında bizzat çalıştığı ve onun yaşadığı süre çerisinde Medine de yegâne Cuma namazı kılınan mescitti.

İslam’ın yayıldığı şehirlerde mescidi nebevide olduğu gibi merkezi bir Cuma namazı kılınan Camiler yapılmaya başlandı. Günümüzde ise özellikle büyükşehirlerde yoğun nüfus nedeniyle camilere ulaşım bazen çok zor olabildiğinden yapılan mescitlerde Cuma Namazı kılınabilmektedir.

Şehirlerimizin tarih kokan mahallelerini gezdiğimizde görürüz ki camiler sık ve bugünküne göre ufaktır. Neredeyse her sokak başında bir cami vardır. Bugün ise yeni yerleşim alanlarında ara ki cami bulasın. Üstüne üstlük yüksek katlı binalar nedeniylede camileri bulmak ve ezan sesini duymak gittikçe zorlaşıyor.

Günümüzün en dikkat çeken kısmı ise yeni yapılan camilerin büyük ancak cemaatinin ise çok az olduğudur. Kocaman cami yapıp  akşam namazında üç beş kişiyle  namaz kılmak insanı hem üzüyor hem de derin düşüncelere sevkediyor.

Bugün şehrin belli camileri dışında bir çok camisinde cemaat sanki mumla aranır oldu. Peki bu niye böyle diye kendimize sorabiliriz? Camiler cicili bicili, yazları serin, kışları sıcak, yün halılarla kaplanmış tüm mekan. Ancak gelin görün ki çok az sayıda kişi , o da çoğunlukla aynı kişiler ve belli yaşın üstünde olanlar .

Buradan artık Diyanetin hangi amaçla var olduğunu, varlık sebepleri doğrultusunda görev ifa edip etmediğine gelebiliriz.

Kanaatimce diyanetin layıkıyla görev yapamamasının en başta gelen nedeni hükümetten bağımsız bir kurum olamamasıdır. Bu nedenle iktidarların kendi hayat görüşleri doğrultusunda göreve getirdikleri Diyanet İşleri Başkanları İslami yaşayışın bozulmasının da en başta gelen sebebi olmuştur.

Günümüz diyanet teşkilatı ülkemizin kadro olarak büyük kurumlarından birisidir. Din işleri yüksek kurulu, il ve ilçelerde müftüler, Kur’an Kurslarında görevli eğitmenler, vaizler, imamlar ve müezzinler.

Ancak kurum bununla kalmamakta, hac ve umre organizasyonu, yurt dışı din hizmetleri, cami ve Kur’an kursu yapımı, dini yayınlar basımı gibi akçeli işlerle de haşir neşir olmaktadır.

İşin en ilginç yanlarından bir tanesi de sendikal faaliyetlerin de bu kuruma sokulmuş olmasıdır.

Halbuki değerli dostlar diyanetin en başta gelen görevi İslami irşad değil midir?

Çoğumuz gittiğimiz camilerde şahit oluyoruz. İmamlar ve müezzinler sıradan bir devlet memuru gibi namaz öncesi çoğunlukla ezan okunurken camiye gelmekte, namazın bitimi ile beraber genellikle cemaatle beraber camiden ayrılmaktadır.

Bir Müslüman kafasına takılan herhangi bir konuda zihninde oluşan bir soruya cevap aradığında genellikle adres olarak müftülükler gösterilmekte. Bu durum ise  cemaatin camideki görevlilere olan güvenini zedelemektedir. Müezzin gamet getirecek, imam namaz kıldıracak, bu mudur camilerin hayatımızdaki yeri.

Gelelim hac ve umre organizasyonu işlerine.  Tamamen tuırizm sektörünü ilgilendiren  bu organize işleri diyanetin önemli bir vaktini işgal etmektedir. Her hac dönemi öncesi müftülüklerde bir heyecan fırtınası. Acaba bu sene hac’ta görev alabilecek miyim.?  Genellikle bu zor görevin talep edilmesinin nedeni ilave iyi gelir getiriyor olmasıdır.

Gelelim camide görevli imam ve müezzinlerin boş vakitlerini doldurmak için akçeli işlere bulaşmalarına. Buradan sormak isterim müftülükler bu konuda her hangi bir çalışma yapıyorlar mı?

Hem devlet memuru hem de özel bir görev olarak  telakki edilen bu görevleri ifa edenlerin aldıkları maaşlarla yetinmeyip yeni gelir kapılarına yönelmeleri  doğru mudur?

Diyanetin hafızlık çalışmalarını hangi amaçla yaptığını doğrusu merak ediyorum. Kur’ın anlaşılması yerine ezberlenmesi daha mı kolaylarına gidiyor. Ya da birileri ümmetin Kur’an’ı anlamasını istemiyor da insanlarımızı hafızlık çalışmaları ile oyalıyor mu?

Son olarak Diyanet ümmetinin çocuklarının yaz aylarında  kırk beş günlük yaz kur’an kurslarıyla İslami ahlakla ahlaklanabileceklerine inanıyor mu? Bu konu ile ilgili olarak milli eğitimle ne gibi müşterek çalışmalar yapıyor.  Başta diyanet işleri başkanı olmak üzere din işleri yüksek kurulu üyeleri, müftüler, vaizler, imamlar ve müezzinler yaptıkları vazifenin hakkını verdiklerine, huzuru kalb ile rablerinin huzuruna varacaklarına inanıyorlar mı?

Büyük camilerden ziyade dolu camiler görmek ümidiyle,

Kalın sağlıcakla.