Merhaba değerli dostlar.

Hemşerimiz Abdurrahman Dilipak hakkında Ak Parti kadın kollarınca 81 il’de dava açılması nedeniyle gündemin ilk sıralarını işgal eden malum İstanbul sözleşmesi üzerine bizde birkaç kelam edelim istedim.

İstanbul sözleşmesi iki yüz yıllık batılılaşma serüvenimizin beklenen sonucudur. İşin acı tarafı ise  bu sözleşmenin Ak Parti gibi milli ve manevi değerleri öncelikli olarak gören bir parti zamanında davul zurna ile bir çok Avrupa ülkesinden önce kabul edilmesidir.

İstanbul sözleşmesi  gerçek manada ilim erbabı ile istişare edilmeden, toplumsal hayatımıza yansımaları hesap edilmeden  sadece Avrupa’ya yaranmak, Avrupa birliğine tam üyelik yolunda muhataplarımıza şirin gözükmek için atılmış bir adımdır maalesef.

Maksat  üzüm yemek değil bağcıyı dövmekti. Sonuçları itibarıyla el alındığında İstanbul sözleşmesinin ve onu destekleyen 6284 sayılı kadına şiddeti önleme yasasının kadına şiddeti önlemediğini,  aksine şiddetin artarak devam ettiğini görmekteyiz.

İki yüz yıl önce başlayan yenileşme, diğer adıyla batılılaşma çabalarımız her zaman yaptım oldu, ya da paldır küldür olmuştur.

Önce Islahat fermanı, akabinde Tanzimat fermanı, arkasından meşruti yönetim çabaları ve nihayet yeni ve modern devletimiz Türkiye Cumhuriyeti.

Muhtemeldir ki batılı olma sevdamızın temeli  Hun imparatoru Atilla’nın’ Romayı işgal etmesine kadar dayanmakta. Bu sevda o zamandan bu yana içimizde ukte olarak kalmış olmalı ki bir türlü unutulmayan bir aşk olarak iki de bir depreşmekte. Osmanlı da aynı sevdanın peşinde Viyana kapılarına dayanmıştı.

Özellikle Demokrat partinin iktidarı ile başlayan şehirleşmenin getirdiği yeni gerçeklilik kadınlarımızın toplumsal hayatın her alanında yer almaya başlamasıyla başka bir boyut kazandı.

1960 yıllar itibarıyla Avrupa da başlayan feminist hareketler bizim gibi batılılaşma meraklısı ülkelerde de çok çabuk karşılık  buldu.  Yeni şehir hayatının gerçekleri ile kendi kültürümüzden gelen değerleri kaynaştırmak yerine batıdan esen rüzgara bağrımızı açmak kolayımıza geldi.  Ya da birileri böyle istemişti. Tıpkı İstanbul sözleşmesinde olduğu gibi.

Birileri feryat ediyor: Aile hayatımız çöküyor, tüm değer yargılarımız yerle bir oluyor, yeni nesil ülke sevgisi ve din gibi değerleri  öncelikleri arasında görmüyor diye.

Diğer yandan konu İstanbul sözleşmesinden çıkmak ya da İstanbul sözleşmesinde bazı maddelerini yeniden ele almak istediğinde karşımıza inanılmaz bir kadın dayanışması çıkıyor.  Ak partili,MHP li, CHP li, HDP li ya da İYİ partili fark etmiyor.

Bu partilere mensup kadınları başka hiçbir konuda dayanışma içerisinde göremeyiz.. Her birisi ayrı telden çalarlar. Ancak bu sözleşme ve onu destekleyen kanunla elde ettikleri kazanımlardan asla vazgeçmeyi düşünmüyorlar.

 Bu kazanım  nedir derseniz şöyle izah etmeye çalışalım: Dünya yeni bir nizama girdi, ata erkil yani erkek egemen toplumdan ana erkil yani kadın egemen bir toplum haline geliyor. Kadının beyanını esas alan bir yasa bunun en önemli dayanağıdır. Bir sözü ile kocasını sokağa atan, bir sözü ile cezaevine gönderen, bir sözü ile evine ve çocuklarına yaklaşması engellenen, birkaç ay evlilik sonrası armudun sapı üzümün çöpü gibi gerekçelerle boşanıp kocayı bir ömür nafakaya mahkum etme yetkisini elde etmiş kadınların bu kazanımlarından vazgeçmelerini bekleyebilir miyiz?

Bu durumun müsebbipleri olan zevattan bazıları hala sırf  kadın oylarını alma amacıyla mevcut durumu savunmaya devam ediyor. Aklı başına gelen bir kısım ise biz ne yaptık da böyle bir vebali yüklendik diye kara kara düşünüyor, çözüm yolları arıyor.

Acı olan ise 60 yıllarda Şule Yüksel Şenler’le başlayan Müslüman kadının örtünme davasında nice badirelere beraber göğüs gerdiği örtülü kadınların bugün Abdurrahman Dilipak’a 81 ilde dava açmalarıydı. İşin esas acı olanı ise bir zamanlar mahkeme salonlarında beraber yargılandığın kişiyi şimdi elde ettiğin hakları gasbetmeye çalışan birisi olarak gören zihniyettir.

Abdurrahman Dilipak uzun zamandır Ak Parti içerisinde çöreklenen bir grubun ülke ve toplum menfaatleri gözetmeden salt kendi çıkarları için her yolu mubah gören bir anlayışta olduğunu sık sık dile getiriyordu. Dilipak’ın bardağı dolmuştu, taşmak için bir damlaya ihtiyaç vardı,  Son açıklamaları ile bardağı taşırmıştı. İşin hazin olan bir diğer yönü ise Dilipak  “Ben sizleri kastetmedim, o sözlerim size değildi” dese de kimsenin onu dinlemeye hiç niyeti yok. Kral çıplak demek birilerini çok fazla rahatsız etmiş olmalı.

Mevlana der ki: “Kadın ile erkek arasındaki fark, erkeğin bir işi yaparken ileri görüşlü olması, kadının ise anı yaşamasıdır.

Psikoloji kitapları erkeğin şiddete yönelmesini güç gösterme amaçlı, kadının şiddete yönelmesini ise muhatabını yok etme amaçlı olduğunu yazar.

Niçin kadın peygamber olmadığını, niçin tarihin sayfalarında devletler kurup devletler yıkan bir kadın olmadığını düşünmek gerekiyor.

Herkes haddini hududunu bilmeli, kimseye taşıyamayacağı yük yüklenmemeli ki toplum sağlam temeller üzerinde sağlıklı gelişimini sürdürebilsin.

Son söz: Allah aşkına artık şu batılılaşma sevdamızdan vazgeçelim. Aklımızı başımıza alıp, kendi değerlerimize sımsıkı sarılıp günün ihtiyaçlarına göre yeni çözümleri yine kendimiz bulalım, Manevi ithalat, manevi cari açıklara neden oluyor. Kapatılması zor oluyor.

Kalın sağlıcakla…

.