Bir gece vakti ansızın üstünü giyinerek çıktı, gitti bizim Ökkeş. Hem de kır atını mahmuzlayarak dörtnala gecenin karanlığına doğru… Bir an olsun ardına bakmadı. Bütün sevdiklerini geride bırakarak devam etti yoluna. Adeta bir rüzgar gibi esiyordu… geçip gittiği her yeri tarumar ediyordu. Hiçbir şey duramıyordu önünde ve arkasında. Nasıl dursun ki? Dava belli: “Mutlaka İstikbal!”. Haydi bre yiğidim, bastır; koştur küheylanı çatlayıncaya kadar kim tutabilir ki seni? Sen ki bu diyarın yiğidi. Sen ki bu memleketin aşığı. Sen ki bu vatanın medar-ı iftiharı.

Nihayetinde vardı menziline. Düşman askerleri bir gayretle cephaneleri taşıyorlardı cephanelikten arabalara doğru. Her şey gün gibi ortadaydı, kıyamet kopacak çok yakın; belli. Bizim Ökkeş’in yüzü kederli manzara karşısında gözleri nemli; ah, ne de hazin! İçi içini yiyordu, duramıyordu; çünkü güz sancısı başlamıştı ne de vahim!

Bir an sanki zaman durdu. Evet, zaman denen mefhumdan soyutlanmıştı… Derin düşüncelere daldı ve dedi ki: “Neden?” Sonrasında tekrardan kendisi cevap verdi sualine: “Gayet basit; çünkü çetin bir imtihan!” vakit gelmişti. Elbet “Her canlı ölümü tadacaktır.” Elbet “Cennet ucuz değil; cehennem de lüzumsuz değil.” Bin kişiye bir can feda! Bu güzelim vatanıma canlar feda! Cihat yolunda başlar feda! Allah ve resul yoluna her şeyim feda!

Şimdi plan zamanıydı. Çabucak düşünüp karar vermeliydi. Fırsat bu fırsattı, bir daha ele geçmeyebilirdi. Tarihe yön verilmesi gereken zor bir virajdaydı. Yerinden bre bismillah diyerek doğruldu ve İki elleriyle göğsündeki on bıçağı birden kavrayarak Allah Allah! Nidalarıyla düşman üstüne bir kartal gibi uçtu. On kişiyi birden yere seriverdi bir çuval gibi. Aralarından bir yılan gibi kıvrılarak Hızır gibi cephaneliğe geçiverdi. İki elinde daha önceden hazırlamış olduğu babasının dedesinden kalma efsane dolma tüfekleri ateşleyiverdi birden. Güm, pat! Etrafı büyük bir duman kapladı. Göz gözü görmüyordu. Ortalık fena karışmıştı. Her yerden çığlıklar, bağrışmalar duyuluyordu. Gecenin sessizliği büyük bir felaketle bozulmuştu. Her yer kan gölü olmuştu… düşman askeri fena çuvallamıştı.

Durmadı bizim Ökkeş, vur Allah vur… Allah’tan reva mı bu yaptıklarınız? diyerek bütün hırsıyla düşman askerlerini deviriyordu yere çift çift. Heyt be! Analar ne yiğit doğururmuş, meğer. Artık, vakit gelmişti. Alamadı hızını, dinmedi coşkunluğu… Geceyi bir gündüz yahut güneş gibi aydınlatmalıydı. Akabinde cephanelikteki bütün dinamitleri ateşe vererek büyük bir gürültüyle ortalık ışık gibi… nur gibi aydınlanıverdi. Sonrasında ise her yer dümdüz, sus pus, ses seda yok…

devam edecek.