Değerli dostum Eğitimci Yazar İbrahim Gülsu ile zaman zaman okuduğumuz eserlerden altını çizdiğimiz kısımları paylaşır ve yorumlarız. Akşamda öyle bir toplantıda kendisi bazı sivil toplum örgütlerinde yaptığı konuşmaları bir dost gurubunda paylaştı ve şöyle bir cümle söyledi: “ Müslüman basiret sahibi olmalı, aynı zamanda ferasetli olup, hadiselerin perde arkasını görebilmeli…”

Eyvallah!

Neden mi? Öyle basiret ve feraset sahibi olunmuyor ki, olunsa zaten şu andaki çekilen sıkıntılar olmayacak veya azalacaktı.

Konuyu biraz açayım isterseniz.  “Kur'an bir gerçeğin altını çizerken, "Ne Hıristiyanlar, ne de Yahudiler, sen onların dinine uyuncaya kadar senden asla hoşnut olmazlar. De ki: «Asıl doğru yol Allah'ın gösterdiği yoldur» Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan and olsun ki Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olmaz." (Bakara 120) buyurmuş ve bizden girilecek diyaloglar da uyanık olmamızı istemiştir. Zira insanların aldanmaları tehlikesi her zaman vardır ve bu değişmez bir yasadır.

KUR’AN-İ GÖZ İLE BAKABİLMEK

Yüce kitabımızı tam bilemediğimiz için basiret sahibi olamıyoruz, bakınız Hıristiyan ve Yahudi karakterini tahlil eden yukardaki ayetleri ölçü olarak alabilsek, en azından dost-düşman ayırmayı öğrenirdik değil mi?

“Peygamberimiz de (sav) aynı tehlikeye dikkat çekerken şöyle buyurmuşlardır: "Sizden öncekilerin yolunu adım adım, karış karış izleyeceksiniz. Eğer onlar sürüngen deliğine girse, siz de gireceksiniz. ‘Ey Allah'ın Rasulü, Yahudilerin ve Hıristiyanların yoluna mı?’ diye sorduk. Başka kim olacak, dedi." (Buhari, Müslim, İbn Mace)

Zira ayetin bildirdiği üzere ne Hıristiyanlar ne de Yahudiler onların dinine uyuncaya kadar bizlerden hoşlanmayacaklardır. Yahudi ve Hıristiyanların kendileri ile diyalog kuranlara "dost" görünmesi de misyonerliklerinin bir gereği olan tam bir takiyyedir. Zira misyonerlerin tarih boyunca yaptıkları faaliyetlere baktığımızda nasıl aldatıcı bir kılığa girdikleri açıktır.

HERŞEYİ HOŞ GÖRMEMEK GEREK

Müslüman elbette hoşgörü sahibidir. Çünkü Peygamberimiz (sav) bir hoşgörü abidesi idi. Taif'te kendisini taşlayan kafirlere bile beddua etmemişti. Mekke'nin etrafında kurulan panayırda, İslam'ı tebliğ için bir çadırdan defalarca kovulmasına rağmen yine gitme cesaretini ve tebliğciliğini göstermiştir. Zaten İslam'da esas olan korkmadan müjdeleyerek tebliğ yapmaktır.

Medine sözleşmesi de Müslümanlarla gayri müslimlerin hukuki birlikteliğine en güzel örnektir ve bir arada yaşama realitesinin en güzel ispatıdır. Biz müslümanlarla gayri müslimlerin konuşma, yaşama ve sosyal münasebetlerine itiraz etmiyoruz. Ancak İslam'da hoşgörünün ölçüsü, Allah'ın hoşgördüklerini hoşgörmek, hoş görmediklerini de hoş görmemektir. Bu hususta hâşâ Allah'tan(cc) daha merhametli görünmek bir sapkınlıktır.

Peygamberimizin diğer dinlere mensup olanlarla ilişkileri tamamen tebliğe dayaIıdır. Tebliğ çizgisinin kararlılığı ve zorunluluğu asla taviz verilmeyen temel bir direk olarak kalmıştır. Bu gaye ile bazı kral ve hükümdarlara gönderilen elçiler İslam'ın evrensel mesajını, eğip bükmeden, korkmadan, ürkmeden, herhangi bir dünyevi menfaat düşünmeden, başları dik olarak ve tavizsiz iletmiştir. Zaten buna İslamiyette genel olarak "Emr-i bil maruf nehyi anil münker" denmiştir. Bu sadece Peygamberlerin değil aynı zamanda bütün Müslümanların da bir görevidir.(Kay:Cuma Dergisi 12-18 Mayıs 2000 Sayı:498)

Konuyu toparlayayım, bu gün yaşanan sıkıntılar dünden ayrı değil, küfür tek millettir ve her gece sabahlara kadar da Hak’kı savunanlar için oyun içinde oyun kurarlar. Bunlara karşı basiret sahibi olmak(ölçüleri bilerek hareket eden) gerek, feraset(sezgi gücü) sahibi olmak ise ayrı bir erdemliliktir. En önemlisi ise ihlas sahibi olmak ve bildiğin, inandığın yoldan sapmadan  emrolunduğumuz gibi dost doğru olabilmektir. Belki de bizim en büyük sıkıntımız buradadır.

Hem basiretli insan sayımız, hem de feraset sahibi olanlarımız azınlıkta ya da var sesleri çıkmıyor, bu durumu aşmak, Hak’kı hak bilip, doğruyu yüksek sesli insanlarımıza anlatmalıyız diyorum…

Peki kalın sağlıcakla.