Aşıklıoğlu, genç yaşta asker olur. Uzun yıllar Yemen’de, Balkanlarda, Çanakkale’de savaşır. On iki yıl sonra Harbi Umumi bitince binbir meşakkatle Maraş’a gelir. Şehre girerken heyecanlanır. On iki yıllık hasret onu çok etkilemiştir. Çocuklarını hayal eder. Evine yaklaştıkça kalp atışları artar. Burnuna ekmek kokusu gelir. Bakar ki evinin avlusunda mahalle kadınları imece usulü ekmek yapıyor.

Evinin avlusuna giren Aşıklıoğlu, herkesin kendisini hemen tanıyacağını zanneder. Onu tanımayı bırak mahalle kadınları ondan çekinir ve ona yönünü döner. Hanımı, çocukları Aşıklıoğlu’na “bir garip” gibi bakar. Çünkü, on iki yıldır cephelerde savaşan Aşıklıoğlu; yorgun, bitkin düşmüştür. Görüntüsü, kıyafetleri, saçı, sakalı onu tanınmaz hale getirmiştir. Biraz duraklamadan sonra, Aşıklıoğlu mahçubiyeti üzerinden atıp kendisini tanıtınca çocukları sevinçle üzerine atılır. Hanımı uzaktan “Hoş geldin herif” diyebilir ancak. Horantası komşularının yanında herifine sarılmaya utanır. Elbette o da yol arkadaşının hasretini çekmiştir. Bir gün gelir, diye yol gözlemiştir.

Hane halkı, komşular, akrabalar Aşıklıoğlu’nun gelişine çok sevinir.

Aşıklıoğlu, savaşın yorgunluğunu, etkisini üzerinden atmadan Maraş Harbi başlar. Hemen Ekmekçi Mahallesi’nin çete başı olur. Mahalle çetelerini teşkilatlar. Çok çetin sokak çatışmalarına katılır. Çatışmalarda dört silah eskitir.

Maraşlı’nın ve çevre ilçelerin, köylerin direnişiyle Maraş’ta zafer kazanılır. Bu zafer, askeri bilgiyle, akılla, mantıkla izah edilecek bir savaş bir zafer değildir.

Kuvvetlerin bu kadar ölçüsüz ve dengesiz olduğu; ikinci bir şehir savunması, savaşı dünyada yoktur. Bu savaşın, hesabı kitabı, savaş doktrinleriyle izahı da yoktur. Nefsi müdafaaya mecbur edilen halk, “Tavuk gibi ömür sürmektense, horoz gibi dövüşüp şehit olmayı” yeğlemiştir. Bu düşünceyle savaşı başlatmıştır. Halkın ilk silahı, “BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM.” dir.

Bu nefsi müdafaa savaşında Allah, mazlumların yanındadır. Görünmeyen ruhani güçler, dua ordusu Maraşlı’nın yanındadır.

Savaşta güç; sadece silah, mühimmat, asker sayısı değildir. Asıl güç; silaha, eşyaya, hükmeden; bedeni, ruhu silaha dönüşen, iradesi çelikleşen, ruhu Mirac’a yükselen, inanmış insandır.

İşte, savaş anında Aşıklıoğlu ve Maraşlı böyle bir iradeye sahipti.

Maraş’ta verilen asil istiklâl mücadelesi nihayet zaferle sonuçlanmıştır. Ama Anadolu, özellikle de Antep bir ateş yeridir. Maraşlı’nın gönlü, gözü, kulağı hep savaş bölgelerindedir. Ama şehirde hayat da devam ediyor.

Kurban Bayramı’nın arefe günüdür. Herkes bayram telaşında. Çarşı pazar biraz hareketlenir. Aşıklıoğlu, dükkanında gelen müşterilerle ilgileniyor.

Çarşıbaşı’nda bir ses duyulur. Aşıklıoğlu sese kulak kabartır. Dellâl avazının çıktığı kadar bağırıyor:

-Allah’ını seven Antep’e harbe gitsin. Antep’te gâvur Müslümanları kuşatmıştır. Katliam yapacaktır. Onların yardımına koşmak üzerimize farzdır. Duyanlar duymayanlara söylesin. Antep İslâm halkı imdat diler.

Aşıklıoğlu, nidayı duyar duymaz dükkanı kapatır. Süratle evin yolunu tutar. Eve varır. Evin avlusuna girer. Yukarıya, hanımına seslenir:

-Hatun, hatun!..

-Buyur herif.

-Silahımı, palaskamı, harp malzemelerimi getir. Antep’e harbe gidiyorum.

-Herif git de yarın Kurban Bayramı. Çoluk çocuk, kurbanımızı keselim, bayramımızı yapalım da öyle git.

-Hatun, hatun! Antepli gardaşlarım bayram mı yapacak da ben de yapayım. Çocuklarımla, hısım akrabayla bayramınızı yapın. Şer’an burada kalmam caiz değildir. Bir tek merdiven bile çıkmam! Oyalama beni!

Çocuklar ağlaşır, hanımı üzülür. O, savaş malzemelerini alır ve Antep’in yolunu tutar. Hanımı arkası sıra bakakalır.

…………………………….

Aşıklıoğlu, günlerce Antep’te savaşır. Savaş bitince de memleketine döner.

Yaşadığı sürece harp hatıralarını, Çanakkale’yi, Maraş’ı, Antep’i, hele Maraş’ta Guvarnör’le yaptığı konuşmayı keyifle gelene gidene anlatır.

Aşıklıoğlu, çok cömerttir. Günlük kazandığını, günlük dağıtır. Yemez yedirir. Geriye de miras bırakmaz.

O’nun kahramanlıkları, evlatlarına, torunlarına ve bu ülkenin çocuklarına miras olarak yetmez mi?