Ağlamak fıtrî bir haslettir Ancak ince bir duygu, ince bir düşünüş ve ince bir ruha sahip olanlar ağlayabilirler Heybet, sevgi, korku, merhamet ve şefkat gibi kalbî hasletler olmadan içten gelen ağlayış mümkün değildir Bu da imanın yakîn ve kuvvetiyle ilgilidir Kur'an-ı Kerim böylesine yakîn sahiplerini anlatırken: “Onlar, Allah'ın ayetlerini duydukları zaman çeneleri üstü yere kapanırlar” (İsra, 107) buyurur Bir başka yerde ise, “az gülsünler, çok ağlasınlar” (Tevbe, 82) diye ihtar ederek, ölüm ve sonrasında başımıza gelecekleri tefekküre sevk eder.

İnce duygu ve düşünce sahiplerinin bam teline dokunacak şeyler her zaman mevcuttur Hz Ebubekir ra, kendisine takdim edilen bir bardak soğuk suyu içtikten sonra, hıçkırıklarını tutamayıp ağlamıştı Kendisine niçin ağladığı sorulduğunda, bütün nimetlerden hesaba çekileceğini hatırladığını söylemişti.

Kalp kasveti gözyaşının düşmanıdır Kayalardan su çıkar, ama kalbi kasvetle katılaşan kimselerin gözünden bir damla yaş akmaz Kur'an-ı Kerim bu hususu şöyle ifade etmektedir:

“Sonra kalpleriniz yine katılaştı Taş gibi, veya daha da katı oldu Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır” (Bakara, 74)

Hz Mevlâna'nın buyurduğu gibi, susuz ve aciz kişinin ağlayışı manevidir, doğrudur İçten gelmeden soğuk ağlayışsa, o azgının yalanından ibarettir Kimi yaşlar, timsah gözyaşı gibi acımasızdır Kimi yaşlar yalan ve hileden ibarettir Yusuf'un kardeşlerinin ağlamaları gibi illetle doludur Kimi yaşlar, günahlara karşı içinde bir ürperti, iç murakabe, sevgi ve sadakat taşımayan kimselerin başka şeylere döktüğü gözyaşlarıdır Bunlar makbul ve meşru değildir

Kalp katılığının ilacı Allah dostlarını sık ziyaret etmek, onların sohbetini yapmak, kalbî bir rabıtayla onlara bağlanmak ve Allah'ı zikretmektirBunların yanı sıra, ölümü düşünüp, tûl-i emel denilen dünyayla ilgili ardı arkası kesilmeyen hayallerden uzaklaşmak, eşya ve hadiselere ibret nazarıyla bakmak icab eder.

Allah Rasulü buyuruyor: “İki göz cehennem ateşi görmez: Düşmana karşı nöbet bekleyen ve Allah korkusundan ağlayan gözler”

Efendimiz sav bu ve benzeri hadisleriyle, dışa karşı mücadele ve mücahede eden insanın bu durumuyla, içe karşı mücadele yapan ve nefsiyle yaka paça olan, bu yüzden de gözyaşı döken insanın amelini aynı mütalaa ediyor

Diğer bir hadîs-i şerifte: “Sinek başı kadar bile olsa, gözünden Allah korkusuyla yaş çıkan ve bu yaşı yanak yumrusuna değecek kadar akan hiçbir mümin kul yoktur ki, Allah onu (ebedi) ateşe haram etmesin”

Yine Efendimiz'in buyurduğu gibi, memeden çıkan sütün tekrar geriye dönmesi nasıl imkansız ise, Allah korkusundan ağlayan gözün cehenneme girmesi o derece imkansızdır Allah yolunda üstü başı toz toprak içinde kalan bir insanın durumu da bundan farklı değildir Çünkü Allah Rasulü, bu toz ve toprağın cehennem ateşiyle asla bir araya gelmeyeceğine dair birçok beyanda bulunmuşlardır

Yeryüzünde ilk ağlayan Adem babamızdır (Aleyhi's-selam) O, Hz Mevlâna'nın deyimiyle, mahzun bir şekilde ağlamak, inleyip feryad etmek için dünyaya gönderilmişti Biliyordu ki, tevbekârların nefesi ıslak gözyaşlarıdır Gözyaşı dökene acınır Her ağlamanın sonu gülmektir Sonunu gören adam, mübarek bir kuldur Akar su nerede ise orası yeşerir; nereye gözyaşı dökülür ise oraya rahmet nazil olur.

Adem de ağlar, alem de ağlar, melek de ağlar, hayvan da ağlar Ağlamaya değer bütün hadiseler karşısında varlık ağlar Hurma kütüğü, HzRasulullah'ın ayrılığına dayanamayıp nasıl da ağlamıştı Kur'an-ı Kerim'de Firavun ve bağlılarının denizde boğuluşu anlatılırken: “Gök ve yer onların ardından ağlamadı” (Duhan, 29) buyrulmaktadır.

Demek ki yer, gök ve ruhanilerin ağlayacağı kimseler vardır Ölen yavrusunun elemiyle acı acı miyavlayan bir kedinin ağlayışını hissetmemeye imkan var mı? Ya da dünyaya ilk gelişi esnasında feryad eden bebeğin gözyaşlarında gurbet ellere düşmenin ıstırabını duymamak mümkün mü?

Allah Rasulü de dünyaya gelirken ağlamıştı Ama onun ağlayışı bir başkaydı Figanında “ümmetim, ümmetim!” feryadı duyuluyordu Elini açtığı zaman: “Ürpermeyen kalpten, ağlamayan gözden sana sığınırım Allahım” diye dua ederdi.

Bir gece teheccüde kalktığında “Göklerin ve yerin yaradılışında, gece ve gündüzün ayrılmasında, aklı başında kimseler için gerçekten açık ibretler vardır” (Âl-i İmran, 190) mealindeki ayet-i kerimeyi okuduğu zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.

Savaş meydanlarında O'nun gibi cengâver biri yoktu Korku nedir bilmezdi Cihad esnasında Sahabe daraldığı zaman, Efendimiz'in yanına sığınırlardı Fakat O nerede bir kalbi kırık görse oturur çocuk gibi ağlar, etrafını da ağlatırdı.

Bir keresinde Kızı Zeyneb'in çocuğu hastayken kucağına almış, ağlamış ve şöyle demişti: “Bu, Allah'ın merhametli kullarının gönüllerine koyduğu rahmettir Cenab-ı Hak, bu rahmeti kullarından şefkatli olanlara ihsan eder”

Bir gün hutbede şöyle hitab etti: “Allah'a yemin ederim ki, eğer benim bildiğimi bilseydiniz, çok ağlar, az gülerdiniz” Hadisin diğer kaynaklardaki devamında: “Zevcelerinizin yataklarını terk eder, dağlarda ve çöllerde çığlık çığlık Allah'a yalvarırdınız”

Bu sözleri duyan sahabilerin hepsi başlarına cüppelerini çekmiş, ne olacak halimiz diye ağlaşıyorlardı.

Bir sonraki yazımda görüşmek dileği ile kalın Sağlıcakla…