Merhaba değerli dostlarım.

Bugün yazımda geçecek bazı ifadelerden dolayı beni yadırgayabilirsiniz. Ancak birkaç gündür içimdeki yangının biraz olsun sönmesi için mazur görmenizi istirham ediyorum.

Malum geçen hafta ülkemizde son yıllarda sayıları artış gösteren kadın cinayetlerine ilişkin sizlerle hasbihal etmiştim.

Devletin en başından bakanına, sivil toplum örgütlerinden köşe yazarlarına Emine Bulut cinayeti lanetlenmiş, yine bildik sözlerle güya meseleye alakadar olunmuş, hatta daha düne kadar ortada hiçbir somut sebep yokken sırf taraftarlık adına birbirlerine döner bıçakları ile saldıranların ikametgahı olan statlarda bile maçlar bir dakika geç başlatılarak, cinayeti tel’in eden pankartlar açarak güya olay protesto edilmiş, ancak iki farklı takımı tutan iki kardeşin bile niçin maçı yan yana izleyemediğine ilişkin kimse bir şeyler söyleyememiştir.

Gelelim beni bu kadar derinden sarsan nedene.

Birkaç gün önce gazetelerden bazılarına şöyle bir haber düştü.

İzmir’de 5 yaşında Eymen Sadık isminde bir erkek çocuğu ile ilgili komşuları polisi arayarak, annesinin çocuğuna iyi davranmadığını söylüyorlar. Harekete geçen polis anneyi ve oğlunu bildirilen adreste bulamıyor. Olaya cinayet büronun da katılımı sağlanıyor. Yapılan araştırma sonucunda annenin ilçedeki akrabalarının yanında olduğu anlaşılıyor. Adrese giden polis çocuğu bulamayınca şüpheleniyor ve bir süre sonra anne ağzındaki baklayı çıkarıyor. Evliliğini hangi gerekçe ile sonlandırdığını bilmediğimiz bu anne müsveddesi oğlu Eymen’i birlikte olduğu tokmakçısı ( sevgilisi, erkek arkadaşı) tarafından dövülerek öldürdüğünü itiraf ediyor.

Bu haberi okuyunca başımdan adeta kaynar sular döküldü.

Sonraki günlerde gözüm hep gazete ve televizyonda oldu. Acaba devletin başı, bakanı,  sivil toplum örgütü denilen KADEM, MOR ÇATI gibi kadın hakları savunucuları, sürekli kadınların mağduriyetinden bahseden köşe yazarları acaba ne diyecek diye merak ettim ancak çıt çıkmadı maalesef.

Bir tek cenaze namazını kıldıran hocanın şu sözü birazcık içimi ferahlattı. Hoca efendi musalla taşındaki minik Eymen’in tabutunu öperken “ Yavrucuk sana karşı mahcubuz”    diyordu.

Yeter mi, elbette yetmez, ancak oda aslında kendini sorgulayıp, bu kadar zalim bir toplum oluşurken ben ve meslektaşlarım belli ki görevimizi layıkıyla yapamamışız demek istiyordu herhalde.

Düşünüyorum, doluya koyuyorum almıyor, boşa koyuyorum dolmuyor. Babasından ayrı, annesi gönlünü eğlendirmenin derdinde, sen şeref yoksunu adam ne istedin o minicik yavrudan. Sen mi verdin ki o canı da o minicik bedeni hayvani hislerle acımasızca döverek hem de annesinin gözünün önünde öldürüyorsun. Koy kapıya, ben bu çocuğu hayatımızda istemiyorum de. Babasına ver bu çocuğu de, devlete teslim edelim de, ne dersen de de, bu zalimliği yapma.

Ya anne müsveddesine ne demeli. Madem boşanıp kendi keyfine bakacaktın niçin istersin çocuğun velayetini. Hakim verse bile ben bu çocuğa bakamam çocuk perişan olur de de hakim de ona göre karar versin. Yok amaç çocuk değil ki; madem boşanıyor. boşandığı kişiye birde böyle acı çektirmek amacı. Hem yuvanı yıktım hem de çocuğundan ayırdım diyerek.

Hadi tüm bu haltları işledin, keyfinin derdinde hayat sürüyorsun sen bilirsin. Ancak sen nasıl bir annesin ki beş yaşındaki oğlun gözlerinin önünde öldüresiye dövülüyor ve senin gıkın çıkmıyor. Hadi diyelim ki adamdan korktun, aradan bir süre geçtikten sonra da mı aklın başına gelmedi, o arada hiç mi vicdanın sızlamadı, sığındığın yakınlarından birine de mi çıtlatamadın da o minik bedenin bir tandırda eli kolu bağlı olarak çürümesine göz yumdun.

Bakın buradan bir kere daha sesleniyorum..”

Siz bu ülkede ne inşa ederseniz edin,” köprüler, hastaneler, okullar, havalimanları “ gittikçe çürüyen toplumsal hayatı yeni baştan olması gerektiği gibi inşa etmezseniz yaptıklarınız hiçbir anlam ifade etmez. Her şey insan içinse önce yaratılmışların en şereflisi olan insanı inşa etmeliyiz.

Söylenecek çok söz var ancak daha fazla kelam nafile olur diyerek bu haftaki sohbetimizi bitiriyorum.

Rabbim bu tür acıları ailemizden ve ülkemizden uzak eylesin. Amin