Kimseyi etmem şikâyet, ağlarım ben halime! Şarkısının hikayesini bilir misiniz? İsterseniz o hikâyeyi çok kısa sizlere aktarıp, ardından da insanların başkalarını değil, kendi nefsini şikâyet etmesi gerektiği üzerinde duracağım.

“Kimseye Etmem Şikâyet!” şarkısı sadece sevilen bir Türk Sanat Müziği klasiği değil. Aynı zamanda 1800’lerin sonunda bir kız çocuğunun, yani İhsan Raif Hanım’ın çocuk yaşında zorla evlendirilişine ve kendisini bekleyen karanlık geleceğe dair kâğıda haykırdığı dizelerdir…

Şarkının sözleri aslında 1800’lerin sonunda bir çocuğunun yakarışıdır. Başına geleceklere sessiz isyanıdır. Henüz 13 yaşındaki İhsan Raif Hanım’ın bir iftira sonrası zorla evlendirilmek üzereyken kâğıda karaladığı bir şiirdir.

Köse Mehmet Raif Paşa’nın kızı olarak 1877 senesinde dünyaya gelen İhsan Raif, varlıklı bir aileden gelir ancak 13 yaşındayken kız kardeşi ile bulundukları konağa bir adam dalar ve hayatı kararır.

İhsan Raif’e göz koyan Mehmet Ali isimli adam, konaktan genç kızı kaçırmaya kalkar. Başarılı olamasa da İhsan Raif hakkında dedikodular çıkar ve babası kızının Mehmet Ali ile evlenmesine karar verir.

İzmir’e gelin olarak gönderilmeye hazırlanan İhsan Raif, Nişantaşı’nda bulunan konaklarını terk etmeden önce üzüntüsünü, korkusunu ve umutsuzluğunu kâğıda döker ve Türk Sanat Müziği’nin en önemli klasiklerinden biri olacak Kimseye Etmem Şikâyet şarkısının sözlerini yazar. Daha sonra şiirini bestelediği de rivayet edilir ama ağırlıklı görüş bestenin Serkis Efendi tarafından yapıldığıdır…”

(NOT: İhsan Raif Hanım’ın hayat hikayesini ayrıntılı şekilde okumak isteyenler için Mehmet Öklü’nün Kimseye Etmem Şikâyet isimli kitabı değerli bir kaynak olacaktır.)

KUŞA NE DEMELİ?

Şimdi yukarda ki hikâye çok hüzünlü ama sonu güzeldir, hanım efendi sonraki yıllarda başka evlilik yapar bu defa mutluluğu yakalar…

Ama şu Mesneviden derlediğim hikâyeyi de bir anlatayım, sonra bağlayayım meseleyi: Anlatılır ki; “Bir kuşu, bir adama emanet ettiler ve bir yolculuğa çıkartılar. Kuş yolda acıkır, bir buğday yığını görür. Kuş adama sorar: “Şu buğdaylar kimin?

Adam: “Bir yetimin malıdır bize emanettir!” der.

Kuş: “Ben pek açım, müsaade ette, şu buğdaydan yiyeyim!”

Adam: “Zaruret yoksa, yiyemezsin, suçlu olursun ama illa da yiyeceksen, parasını vermen gerek” dedi. Uzatmayalım, kuşun gözü dönmüştü, birden buğdaylara daldı, işte o anda olan oldu ve kuş tuzağa düştü. Bu defa başladı Yasin ve Enam Surelerini okumayı. Hikâye uzun kısayım. Mevlan’a yazmış ki: “Aciz kaldıktan sonra ah etmenin bir faydası yok! Bu kara duman, o hale düşmeden gerekti. Hırs ve heves insanı hareket geçirdi mi, o zaman ey feryadıma yetişen, medet de. Çünkü bu feryat, fayda etmez. Ey ağlayan dövünen, bana Basra’yla Musul yıkılmadan ağla dövün. Ölümden evvel feryat et, başına toprak saç!

Ölümden evvel feryat et, ölmeden öl! Ölümden sonraysa ağlama, dayan. Şeytan yolunu vurmadan Yasin okumak gerek ama kervan vurulup, kırılmadan yol al…” (Mesnevi 6. Cilt s. 34-35)

Evet, dünya bir imtihandır. Bu imtihan kapsamında insanın başına her şey gelir. Başımıza gelenlerin ise çoğu kendi hatalarımızdan ortaya çıkar.

Hayat yolunda insan sürekli tercihlerle baş başa kalır, çoğu zaman yol ikidir, helal ve haram, doğru yanlış, hak batıl adına ne koyarsanız koyun ama tercihlerimize varmak için seçtiğimiz yol ve yöntem çok önemlidir. Ancak doğru yol tercih edilirse, doğru hedefe varırsınız. Diyeceğim şudur:

Her seçim bir vazgeçiştir. Sonuçlarını düşünüp, keşfe dememek gerekiyor!

Bakınız insan ömrünün en önemli olayı, iyi bir eş seçimidir. Aynı zaman bu seçim imtihanınızdır. Öyle ya eşlerimiz ve çocuklarımızın bizim imtihanımız değil mi?

Yukardaki her hikaye de birer seçim vardır ama ilk hikayede kadar de söz konusudur. Bunun için kimi zaman dara da düşeriz. Bu dara düşüş bize ya Hak’ka götürür ya isyana.

Kişi dara düştüğünde yılana değil, Allah’ın ipine tutunmalı diyor, sağlık ve afiyet dolu bir ömür diliyorum.

Kalın sağlıcakla.